top of page

X. Yüzyılda Bir Arap Seyyah

TARİHU’ l- İSLAM ve’l- GAZA 

İÇİNDEKİLER: 

HZ. Âdem ve Havva’nın yaratılışı .................................................................... 

HZ. Âdem ve Havva’nın Dünya'ya düşmesi ..................................................... 

HZ. Nuh ve Tufan dönemi .................................................................................. 

Hz. İsmail ve Kabe’nin oluşumu …................................................................... 

Hz. Musa ve İsa Dönemleri …............................................................................ 

Büyük Rum İmparatorluğu................................................................................ 

Hz. Muhammed’in Dünya’ya gelişi ................................................................... 

İlk Vahinin Gelişi ve Kureyş Mücadelesi.......................................................... 

Bedir, Uhud, Hendek Savaşları ......................................................................... 

Kabe’nin Fethi …................................................................................................. 

Dört Halife Devri ve Fetihleri …......................................................................... 

Halife Muaviye ve Fetihleri …............................................................................ 

Halife Yezid ve Rumlar ile Mücadele …............................................................ 

Türkistan Fatihi, Kuteybe B. Müslim ve Seferleri …....................................... 

Endülüs'ün Fethi, Tarık B. Ziyad ….................................................................. 

Rum ve Hazar Gazaları ….................................................................................. 

Endülüs'te Hristiyanlar ile Savaş....................................................................... 

Abdullah Bin Muhammed Dönemi................................................................... 

Halife Abdurrahman Bin Salis ve Liyon Gazaları........................................... 

BÖLGELER: 

Mekke, Medine, Taif...................................................................................... 

Dımaşk, Kudüs, Lazkiye.............................................................................. 

Bağdat, Irak, Fars ve Türkistan................................................................... 

Kahire, İskenderiye, Tunus........................................................................... 

Fas, Cezayir, Endülüs.................................................................................... 

Hazar, Konstantiniyye...................................................................................



Mukaddime: 

Bismillahirrahmanirrahim Rahman ve Rahim, Ekber olan çok bağışlayıcı, kudret sahibi, güç veren günleri ve geceleri yaratan Allaha hamdolsun. Ben Abdullah bin Ammar. Bize Kasım b. Yunus anlattı. Dedi ki bize Cafer b. Abdullah anlattı. O da Bilal b. Beşir’den rivayet etti. (Büyük kumandan Tarık bin Ziyad’ın Kafirler’le Kurtuba seferi sonrası yürüdüğü ve kafirlerden temizlemek için savaştığı en mühim yerlerden biridir). Işte orası Tuleytula’dır. 297(910) yılında Tuleytula’da doğdum ve genç yaşımda ilimle uğraşıp Halife Abdurrahman bin Muhammed Nasır-i Salis ki Allah'ın selamı onun üzerine olsun. Büyük halife ve askerdir sarayına çağırıldım. Onun emri ile, Kurtuba’da bulunurken İslam fetihlerinin amacı ve güzergahını anlamak ve anlatmak için 7 Şaban 328(940)’de yola çıktım. Allah'ın izniyle önce Âdem ile Havva yaratıldı. Yasak meyveyi yiyerek Cennetten kovulmalarıyla yeryüzüne inen anamız ve babamız dünya'yı insanoğlunun üreyebileceği bir yer haline çevirdi ve ilk insan tarihi ve peygamberler tarihi böylelikle başlamış oldu. Ardından Nuh ve Lut gibi helak olan kavimlerde oldu, Hz. Yusuf gibi en büyük düşmanı içinde büyüyüp ’de Putları ve Firavunları devirende oldu. İbrahim ve İsmail gibi ki Allah onların Mekanını cennet eylemiştir. Kabe’yi yapan Nemrutla mücadele edenleri vardır. Daha sonra put ve çok tanrılı dinler peydah olmuştur. Tarihte bunun en büyük temsilcisi olarak bugün Tuleytula’da kalıntıları mevcut olan, Büyük Rum devletidir. Bu pagan ve put inançları bir döneme etki etmiştir. Ancak şimdilerde Ademoğlu’nun üç farklı ehli kitap inanışı vardır. Birincisi Musevilerdir ki onları Cihan'ın her yerinde bulabilirsiniz Cihan'da ayak basmadıkları yer sancağında bulunmadıkları memleket yoktur. Ikincisi Avrupa’dan yönetilen Hıristiyanlar, onları da yakından tanırım zira Tuleytula’nın kuzeyi karınca sürüsü gibi Hristiyandır Liyun’lar vardır Hristiyan beylik. Birde hak din olan İlahi Kelimetullah sahibi biz Müslümanlar varız. Musa Firavunlar ile mücadele etmiş ve kavmini deryaların arasından geçirerek allah yoluna sokmuştur lakin daha sonra bu inanış bozulmuş ve Allah dünyaya tekrardan nizam için Hz. İsa’yı elçi seçmiştir. Onu mucizeler ile donatmış ki buna örnek olarak babasız bir şekilde bakire Meryem'den olması, cüzzamlıları iyileştirmesi gösterilebilir. Lakin Hristiyanlar bu mucizeleri yanlış yorumlamış ve onu peygamberden çok Allah gibi görmeye başlamıştır. İşte Allah son kez dünya’ ya adalet, düzen ve Allah inancını tekrardan sağlaması için nur yüzlü Hz. Muhammed’i dünya’ ya getirmiştir. Hz. Muhammed gelen vahiler ışığında yeni bir inanç ve dünya düzeni oluşturmuştur. Bu Allah inancı için yapılan nice savaşlar ve nice mücadeleler meydana gelmiştir. Bedir, Uhud, Hendek gazveleri. Yermük ve daha niceleri bu eserimizde mevcuttur. Dünya’nın yaratılışı ve Ademoğullarının birbirini öldürmesi ile tarih başlar. Nefs ve güç tutkusu Ademoğlunun en büyük düşmanıdır. Zira nice kötülükler bununla başlar. Tarih ise yazı ile başlar Kuran’da geçen peygamberler tarihini de kutsal kitabımızdan, Tevrat, İncil’den öğreniyoruz. 



Ademoğlunun en büyük mirası olan yazı ile tarihin feneridir. İşte bende bu doğrultuda hem halifemizin isteği hem de ilim için yola koyuldum.  

**Bu seyahat için Kurtuba’dan 328 yılında yola koyuldum. Kurtuba çok verimli topraklardan meydana gelir öyle ki üzerinden akan nehirlerin suyun'nun benzeri yoktur. Kurtuba’dan güneye İşbiliye’ye doğru gece boyunca yürüdük. 50 mil ilerledikten sonra bir Yahudi kasabasına vardık. Kasaba’nın ileri gelenleri ile hoş sohbet ettikten sonra Hz. Musa hakkında bildiklerimi anlattım çok şaşırdılar. Küçük bir ibadethaneleri vardı Sinagog diyorlar. Meğer o gün kutsal Şabat günüymüş ve dini törenlerini yapmışlar. Bu insanların her biri ya tüccar, ya da zanaatçı, ellerinden gelmeyen iş yok gibidir. Bu kasabadan ayrıldıktan sonra gün doğumu ile yola revan oldum. 10 Mil ilerledikten sonra bir Camide namaz vazifemi yerine getirerek yola devam ettim. 40 Mil boyunca Vadilkehir nehrini takip ederek İşbiliye’ye ulaştım. İşbiliye çok milletli bir şehirdi. Gerçi buna Tuleytullah’lı olduğum için alışkındım. Ama İşbiliye tam bir cümbüş gibi idi. Yahudiler, Hristiyanlar ve bir kısım Berberilerden oluşan bir tebaa idi. Burada bir gece konakladıktan ve 80 mil’lik bir yolculuktan sonra Kadis’e doğru güneye indim. Kadis İşbiliye ve Tuleytullah gibi büyük bir şehir değildi ve ne kadar Güney’e inersem Berberi nüfus artıyordu. Kadis’den 60 mil daha güneye inince Cebel-ü Tarık boğazına geldim. Merhum büyük Gazi Kumandan Tarık b. Ziyad’ın gemileri yakıp Endülüs’e geçtiği boğazdır burası. 92 yılında geçmiştir. Bana da bu bilgiyi İbn Gıyas, ona da İbn Hafi rivayet etmiş. Tuleytullah’da ve Kurtuba’da zaten bu bilgileri biliyordum ancak görmek de nasip oldu. Liman’a indim ve sorup soruşturdum nasıl karşıya geçerim diye bir isim önerdiler Ömer b. Musab diye, gittim buldum Musab’ı. Ticaretle uğraşıyormuş lakin bazen gemi ile insanları karşıya taşıyormuş. Musab bana anlattı. Tarık b. Ziyad gemileri nerede yaktı ve kaç gemi olduğunu. 100 parça gemi ile karşıya geçtiğini söyledi pek inanmadım çünkü diğer eserlerle çok çelişiyordu sözleri. Gemi ile Septe limanına vardık. Buralar hep berberidir ve onlarca yönetilir. Bu bölgeler kurak ve verimsizdir çoğunlukla sıcak havanın etkisi ile insanların rengi çoğunlukla esmerdir. Ak yüzlü insan göremezsiniz. 100 mil ilerledikten sonra büyük bir berberi şehrine vardım, Melilla diyorlar buraya. Varınca akşam namazını kıldım ve bir gece konakladım. Sabah ezanı ile yola devam ettim yine bir Berberi şehrine vardım buraya Oran derler. Burada kuraktır ancak Melilla’ya göre daha ılıman bir havası vardır. Buralarda göller mevcuttur diğerine nazaran ve insanları ticaretle uğraşır. Kurtuba’dan yola çıkalı üç hafta olmuştu. Afrika sahilleri boyunca ilerlemem beni epey yormuş ve yıpratmıştı, çünkü bahar yeni geliyordu ve ben giyim kuşamımı Endülüs havasına göre ayarlamıştım. Bu hatayı Septe limanına varınca anladım. Çünkü bu toprakların havası oldukça yakıcı ve sıcaktır. Oran şehrinde Halife’nin yol masrafları için ayırdığı bütçenin birazını kullanarak yeni kıyafetler aldım. 150 mil daha ilerledikçe Tunus şehrine vardım. Bu bölgeler Fatımi devleti tarafından yönetiliyordu. İbn. Zahir’in rivayetine göre kuruluş olarak 296 yılını verir ve Halife Ubeydullah el- Mehdi Billah’dır der. Fatımiler güçlü bir devlettir. Öyle ki gavur memleketlerine denizi geçerek gaza yapmış ve Balarm’da(Palermo) tutunmuşlardır. Fatımi halkının çoğu Berberi'dir ancak Arab ve Magriplilerde yaşarlar bölge Endülüs’e nazaran kuraktır. Tunus şehri çok güzel sahili olan ve karşı kıyıda da gavur memleketlerine deniz komşusu olan bir bölgede kurulmuştur. Bir tepe üzerine inşa edilmiş güzel bir sarayları mevcuttur. Ancak alim ve ilimle pek uğraşmazlar. Tunus’dan ayrılıp 310 mil doğu'ya doğru ilerledim. Kurtuba’dan ayrılalı iki ay olmuştu. Onca şehir geçtim ve sonunda İskenderiye’ye geldim. Şehir İslam öncesi dönemde Yaşayan bir komutan tarafından yapılmış ve onun adını almıştır. Bugün Bilad-ı Rum topraklarında hüküm süren Rumlar onların devamı olduklarını söylerler. İskenderiye’de çok milletli bir şehirdir. Araplar, Türkler ve Rumlar yaşar şehir çok görkemlidir. Derya’ya komşu güzel bir limanı ve nefis kaleleri mevcuttur. Bugün buraların hâkimi Ihşidiler’dir halkın çoğu Arap olsa da devleti yönetenler Etrak asıllıdır. Bu Etraklar’dan öncede bir Türk(Etrak) devleti mevcutmuş. Bana bu Bilgi'yi Muktefi bin Mahmud rivayet etti. İskenderiye’de birkaç gün durdum orada Rumları ve Türkleri(Etrak) daha yakından tanıma fırsatı buldum. Türkler, daha çok kendilerine has Kıl Çadır denilen yapıların içinde yaşıyorlardı. Ama bizim bildiğimiz gazaya giderken kullandığımız türden değil, daha görkemli ve daha büyüktü onların çadırları. Arapçaları çok bozuk ve yanlıştı ama Müslümandılar ve anlaşabiliyorduk. Rumlar ise hala İsa’ya inanıyor ve Allah'ı yok sayarak Hz. İsa’ya Baba deyip, Allah yerine koyuyorlardı. Haşa Allah doğru yolu göstersin. İskenderiye’den 70 mil ilerledik ’ten sonra Kahire’ye vardım. Kahire’de muhteşem eserlere şahit oldum. Ne Endülüs'te, nede başka bir yerde bu koca üçken şekilli yapılardan görmek mümkün değildir. Ali b. Ubeyt rivayet ediyor ki bu yapıları Musa’nın Mücadele ettiği Firavun ülkesi yapmış. Gerçekten belli, böyle bir şeyi inşa etmek için ilim alanında gelişmiş olmaları gerek. Kahire çok sıcak bir şehirdi öyle ki bu bölgenin insanları biraz yavaş ve uyuşuktur, havanın etkisinden dolayı olsa gerek. Az çalışır çok dinlenirler. Ama haklarını teslim etmek gerek öğle ezanında bu şehirde dışarı çıkmak akıl karı değildir. Bölgenin insanlarına danıştım, onlara meşhur Nil nehrini görmek istediğimi ve oraya götürmelerini istedim. Ertesi gün iki saatlik bir yürüyüşün arından Nil Nehri'nin kıyılarına geldik. Öyle büyük ve görkemli akıyordu ki sanki bir derya misali. Kahire belki kuraktı ancak Nil Nehri’nin kıyıları çok bereketli ekin alanlarıyla doluydu. Her yıl düzenli olarak taşıyor ve ekin alanlarını besliyormuş. Ihşidilerin en büyük geliri bu nehirmiş. Nehirin üzerinde yüzen büyük gemileri görünce yanımdaki halka danıştım, bu gemiler ne diye sorunca Sudan’dan gemiler geliyor ve ticaret yapılıyormuş. Gerçekten böyle büyük bir nehir daha önce görmemiştim. Bu bölgelerin kafir elinden alınıp Müslümanların eline geçmesi 21 yılında Hz. Ömer döneminde Amr b. As tarafından Rumlarla mücadele ederek alınmıştır. Bu bilgi'yi Talha b. Zübeyr’den oda Ziyad b. Erkam’dan rivayet etmiştir. Bu şekilde bölge İslamlaşmıştır ve şimdi her yer müminle doludur. 100 mil ilerledikten sonra Kudüse vardım. Kudüs’e varınca Mescid-i Aksa’yı görmek için tez oraya vardım. Kurtuba’da Hz. Süleyman ile ilgili okuduklarımı canlı görmek beni ziyadesi ile memnun etti. Bu görkemli yapı Peygamberimizin ilk secde ettiği yerdir ve muhteşem bir eserdir. Bu topraklar yine İhşidilerin hâkimiyetindedir. Ancak bir halifelik amacı gütmezler. Kudüs çok milletli bir şehirdir. Üzerinde Arap, Rum, Yahudi ve Türkleri barındırır. Buraya Bilad-i Rum’dan hac için Rumlar akın akın gelir. Hristiyanların haç merasimi burada görülür. Doğası eşsizdir. Yeşilliği vardır ancak bir İşbiliye kadar yeşil değildir. Havası temiz ancak kuraktır. Belirli saatler arasında dışarıda durulmaz. Kudüs ve civarı Recep ayı, Hicretten 15 yıl sonra Yermük mevkii dolaylarında yapılan savaşla Müslümanların eline geçti. Allah mekanını cennet eylesin. Halid b. Velid Kumandasındaki İslam Ordusu Rumları yenmiştir. Bana bu bilgi’yi Yasir b. Ali o da Ebu Cafer Taberi’den rivayet etti. Namı Endülüs’e kadar uzanan Taberi’nin ilmine güvendiğim için rivayete güvenebilirim. Kudüs’de bir gece konakladıktan sonra sabaha karşı Dımaşk’a doğru yola koyuldum. 50 mil ilerledikten sonra Dımaşk’a vardım. Dımaşk görkemli bir şehirdi öyle ki burası Muaviye’nin şehridir. O sebeple farklı bir heyecan vardı içimde. Büyük fatih Muaviye’nin şehrini görmek’de nasip olmuştu. Dımaşk’da iken, Süryani ve Rumlar’la sohbet etme imkânı buldum. Burada bir Süryani cemaati vardı ve Hz. İsa ile Hristiyanlık hakkında bildiklerimi anlattım. Cemaat lideri Afrem bana Hz. İsa hakkında yeni bilgiler verdi ve not aldım. İsa’nın Süryanice konuştuğunu söyledi, bilmiyordum şaşırdım ve not aldım. Dımaşk Coğrafi olarak Rumlara çok yakın bir yerde bulunuyor. Ilk defa onca sözünü ettiğim Rum topraklarına bu kadar yaklaşmıştım. Dımaşk, kurak ama Akdeniz ticareti için önemli bir yer teşkil eder. Dımaşk büyük abidelerle doludur. Bir zamanlar İslam devletine başkentlik yapmış nadide bir şehirdir. Dımaşktan ayrılmadan önce ahaliden birkaç tanesinin lafını işittim. Meşhur İslam alimi Mesudi Bağdat’a dönmüş diye. Bu bilgiyi alınca hemen toparlanıp şehirler şahı Bağdat’a yola koyuldum. 60 mil ilerledikten sonra Bağdat’ı bir tepe üzerinden ilk defa gördüm. İki yanından Fırat ve Dicle akan Dünya'da eşi benzeri bulunmayan bir şehirdi. Şimdi anladım Yakubi, İbn Sad ve İbn Hayyat’ın Bağdat'ı neden bu kadar muhteşem anlattığını. Bağdat şehri ve bölgesi Abbasiler tarafından yönetiliyordu. Eski gücünü kaybetse de yine de ayakta idi. Eskiden Rumlara akınlar düzenlenirmiş ancak şimdi öyle bir durum yoktur. Ben ahaliye sorup soruşturdum ve Mesudi’nin evini buldum. Tanışıp kendimi ve vazifemi anlattım Mesudi Uzun boylu, saçlarına aklar düşmüş, esmer ve çok kıvrak zekalı biri idi. Bana seyahatlerinden bahsetti. Eserlerine baktım zaten adını Endülüs’de duymuştum. Burada birkaç Tabakat, Siyer ve Şemail eseri inceledim. Akşam ezanına müteakip yanından ayrıldım. Bağdat'ta her yerde gördüğümden çok Etrak gördüm. Mesudi’nin rivayetine göre Halife el- Mutasım döneminde Başkent Türklerin bolca bulunduğu Samarra şehrine taşınmış. 279 yılında başkent tekrardan Bağdat yapılmış. Etraklar ülkenin her yerinde ve askeri olarak hizmet veriyorlarmış. Bağdat cennet mekân Hz. Ömer devrinde 13 yılında Feth olunmuştur. Yine bu bilgiyi Mesudi’den rivayetle veriyorum. Bağdat’da Beytü-l Hikme’yi ziyaret ettim. Bir ay kadar burada telif eserleri inceleyip çalışmalarımı yaptım. Gerçekten çok harkulade bir ilim merkeziymiş. Aldığı övgüleri hak ediyor. Burada bir Asker ile Tanıştım kendisi Etrak’dı bana Eski Pers ülkesine bir yolculuk yapacağını onunla istersem gelebileceğimi söyledi. Bu eski Pers ülkesinin kurulduğu yerin biraz kuzeyinde bir başka İslam devleti olan Samaniler varmış oraya doğru Demir et- Türki ile beraber yola koyulduk. Halife Abdurrahman-i Salis’in bana tahsis ettiği paranın cüzi miktarını harcamıştım ve böyle bir seyahati karşılayabilirdim. Bağdat’dan 90 mil ilerledikten sonra Mazdaran bölgesine vardık. Bu bölge için heyecanlıydım zira Tarihin babası Taberi’nin memleketiydi buralar. Kendisine büyük hayranlığımdan dolayı yaşadığı bölgeyi ziyaret ettim. Buranın kuzeyinde bir derya mevcut en son Derya'yı Dımaşk’ta görmüştüm ve bu bölgelerde derya ile karşılaşacağımı beklemiyordum. Demir et- Türki bu Derya'yı Hazar deryası diye tanımlıyor. Zannımca İslam ordularının derbend mücadelesi verdiği Hazar Musevilerinden geliyor adı. Bu bölge çok verimli bir bölgedir. Farslar bu bölge'nin asıl halkını oluşturur. Ancak Türkler ve Kafkas halklarından bazıları da mevcuttur. Mazdaran’dan Rey şehrine doğru ilerlerken bir dini seremoniye tanık oldum. Bu Farsilerin, İslam öncesi kafir inançlarından kalan ve hala bunu devam ettiren bazı cemaatler kalmış. Kendilerine Zerdüşt diyorlar. Hicretten 21 yıl (642) sonra büyük İslam orduları tarafından yenilmişler ve şehirlerini kaybetmişlerdi. Rey şehrine vardık burası büyük ve köklü bir şehirmiş, mazisi Pers devletlerine kadar gidiyormuş. Şehir merkezinin hemen karşısında büyük bir dağ mevcuttur. Toprağı kuraktır. Bizdeki Gırnata veya Malakka şehirlerindeki gibi pek çok şeyi ekemezsiniz. Belli başlı şeyler yetişir. Zaten çiftçilik azdır. Daha çok hayvancılık ile geçinirler. Çiftçilik ile uğraşanlar ise büyük su kanallarından su çekerek bu işi yaparlar, buda kolay olmadığı için çiftçilik pek rağbet görmez. Bu bölgeye genel tanım için Horasan deniyor. Diğer büyük İslam tarihçilerinin de dediği gibi bu bölge Kuteybe b. Müslim’in yeridir. Büyük kumandan Kuteybe, burada Etraklar ile çetin savaşlar vermiştir. Bu bilgiyi bana Talha bin Vakkas ona da Farid b. Haris rivayet etmiş. Demir et- Türki ile yola devam ettik. Artık Samani hükümdarının topraklarına girmiştik. Taberi’nin rivayetine göre bu bölgeyi Farsi bir hanedan yönetmektedir. Ama halkın büyük bir kısmı Türk'tür. Horosan bölgesi, coğrafi olarak farklılıklar gösterir. Zaman zaman kurak iklimlerin olduğu yerlerde olmuştur, ancak güzel ekin alanlarının olduğu yerlerde mevcuttur. Bölgenin kültür yapısı da farklılık gösterir. Yaşayanların çoğu Etrak’tır zaten Demir et- Türki’nin ailesi ’de buradadır. Ancak burada yaşayan Türkler (Etrak) bugüne kadar gördüklerimden daha farklıydılar. Yüz yapısı yuvarlak kırmızı yanaklı ve çoğu geleneksel kıyafetleri ile hayatını sürdürüyordu. İskenderiye ve Bağdat'ta gördüğüm Etraklardan farklıydılar. Ancak aynı olan belli başlı şeylerde mevcuttu. Mesela onlarda kocaman çadırlarda yaşarlardı. Bu Türklerden Bazıları Müslüman bazı değildi kendilerine ait atadan kalma inançlarını devam ettiriyordu. Onların arasında birkaç gün durdum. Kutsal bayramlarından birine tanık oldum. Navrez (Nevruz) adını verdikleri baharın geliş aylarına takip eden bir eğlence merasimi idi. Öyle ki iki hafta kutlamalar devam etti. Ateşin üzerinden atlamalar gibi batıl inanç sergilediler. Bunun bir arınma olduğunu söyleyip benimde atlamamı istediler bende bölge insanını kırmamak için atladım. Allah affetsin. Demir et- Türki bana buraların en bereketli yerlerini görmek ister misin dedi. Bende tabiki de dedim. Bulunduğumuz Merv şehrinden 50 mil kuzeye çıktık hava hiç görmedim kadar soğuk ve karlıydı. Ancak aynı Nil nehri kadar uzunluğundaki bir nehirim başına geldik. Buraya Maveraünnehir diyorlar. Bizim eserlerimizde Amu Derya ve Sır Derya olarak geçen yer işte burasıdır.  Kuteybe’nin mücadele ettiği yerde burasıdır. Bu nefis Nehirleri gördükten sonra Türkleri daha da yakından tanımış oldum. Bu nehirlerin etrafında bolca yeşillik mevcuttur. Ve her türlü meyve ve sebze yetişir. Demir et- Türki bu bölgeye Türkistan der. Gerçekten hakkını vermeliyim bu bölgenin toplumumun çoğu Türk'tür. 20 mil daha ilerledik büyük bir şehir olan Buhara’ya vardık şehir Amu-Derya'ya sırtını dayalı şekilde kurulmuştur. Görkemli bir coğrafyası vardır. Buhara’da tacirler cirit atar. Türk, Arap, Çin, Fars gibi milletlerin tacirlerin'in uğrak noktasıdır.  Kırsal kesimde ise hayvancılıkla uğraşan gayrimüslim Türkler yaşar. Göçebe bir hayat sürerler. 40 mil daha ilerledik ancak daha güneye doğru yol aldık. Diğer bir başka Türk şehri olan Semerkant’a vardık. Şehir o kadar düzenli ve nizamlıydı ki bizim İşbiliye’nin hareketli ama dağınık yaşantısına benzemiyordu. Şehir çok milletli idi. Buraların hükümdarları kendilerine Kağan der ve Türklerce yönetilir. Karahanlı Sultanlığı mevcuttur. Demir et- Türki ile yola kuzeye doğru devam ettik. Kuzey’e çıktıkça hava buz kesiyordu. 160 mil kuzeye hareket ettik. Harzim bölgesine geldik. Bu yerlerde hep Türkler yaşar ancak bu Türker'in arasında mümin bulmak çok zordur. 30 Mil daha Kuzey'e çıktık Demir –et Türki ile Buhara’da birçok kalın deri kıyafetler almamızın faydasını gördük. Buraların havası Endülüs'te hiçbir yerde göremeyeceğiniz kadar soğuktur. Gece’yi bir han’da geçirdik han’da birkaç Türk ile tanıştım bunlarda Müslüman değil Tengri adını verdikleri bir inanışları vardı. Ama bir ibadet yaptıklarını görmedim. Türkler çok savaşçı ve kabiliyetli insanlar, neredeyse her çobanın bir Atmacası, Şahin’i bir yırtıcı hayvanı mevcut. Bölgede ilerlerken ihtiyar bir Türk, yanıma yanaştı ve bir şeyler söyledi. Demir et- Türki aracılığı ile iletişime geçtik. Ona Arapça cevap verdiğimi anlayınca Demir et- Türki’ye şöyle demiş. ‘' Yine bir kalem tutan Arap’’ anladığıma göre benden önce buraları gezen not alan başka alim geçmiş. Oğuzları geçip Hazar sahillerini devam ederek kuzeye doğru çıktık. Yolda en pis ve belalı Türklerden olan Başkurt belası ile karşı karşıya geldik. Bu ilerlediğimiz yol aynı zamanda Çin ve Şark ülkelerinden başlayıp Avrupa’ya giden Kürk Yolu'nun üzerindeydi bu Başkurt Türkleri yağma ve istila ile kervanları basıyordu. Uzun saçlı küçük boylu bu insanlar bu bölgenin etkin gücü idi. Daha sonra Karşımıza birkaç Peçenek Türkü çıktı. Onlar Başkurtlar kadar belalı değildi ve yollarına gittiler. Burada yine karşımıza Oğuzlar çıktı. Gerçekten bu topraklar Türk yuvasıydı. Demir et- Türki ile yolumuzu Batı’ya çevirip 80 mil ilerledik. Artık o Meşhur Hazar topraklarındaydım Önce İtil’e vardık. İtil kadar mükemmel bir şehir daha dünya da kurulmuş mudur derseniz size sayabileceğim birkaç tane şehirden fazla değildir. güneyinde Meşhur Hazar denizi ve şehrin ortasından geçen İtil nehri ile eşi benzeri bulunmayan bir kenttir. Bu İtil nehri kuzey Rus topraklarından gelmektedir ve Hazar deryasına dökülür. Hazarlarda Türkçe konuşur ama diğerlerinden farklı gelir kulağa. Onlarda kendilerine Kağan der. Kağan ve ailesi Musevi  imiş bu çok ilgimi çekti. Aradaki onca uzak mesafeye rağmen demek ki Yahudileri buraya gelmiş ve bir etkin rol oynamışlar. İtil çok ticari bir şehirdir, öyle ki Ahiret gibi her miletten insan burada iş yapar. Koca koca sakallı kuzeyli kavimler gelir, küçük gemiler ile tacirlik yaparlar. Aralarında Rus'ta vardır ama bu insanlar çok iri ve kıllılardır. Hazar topraklarında meşhur Derbentlerin diğer tarafında olmak her Arap’a nasip olmaz dedi Demir -et Türki ve haklıydı da gülüştük ve bir gece konakladık. Buradan 90 mil Kuma ve Kuban nehirlerini takip ederek ilerledikten sonra Kırım’a vardık. Kırım’a yine Hazarlar hükmediyordu. Burası Karadeniz’e komşu bir şehirdi iç deniz olarakta Azak denizi mevcuttur. Büyük ticaret gemileri dolaşır bu denizde. Burada Macarlar ile karşılaştım Namlarını duymuştum ama bir Macar ile hiç tanışmamıştım. Tanışma fırsatı buldum. Demir et- Türki ile yollarımız burada ayrıldı. O Kafkaslardan Bağdat’a doğru yola çıktı, ben ise Büyük bir Rum tacir ile anlaşarak Konstantiniyye’ye doğru yola çıktım. Leo namında bir kaptan ile Kırım limanından 2 Şevval 329 yılında denize açıldık. İki hafta sonra Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’in elbet bir gün feth olunacaktır sözlerine nail olan Konstantıniyye’ye vardım. Yapılar Şah’ı bu şehir eşsiz güzellikte idi. Konstanyiniyye’ye gelince büyük Ayasofya’yı görme şerefine nail oldum onun büyüklüğünde eşsiz bir yapı cihanda görülmemiştir. Çok görkemliydi. Konstantiniyye’de iki gün konaklayacaktım o yüzden şehri gezme fırsatım oldu. Şehir Akdeniz ve Karadeniz’i birbirine bağlayan bir zincir gibiydi. Aynı zamanda Asya ile Avrupa’nın kesiştiği bir coğrafyada kurulmuştur. Bu şehir, Bilad-ı Rum topraklarının başkenti konumundadır. Ayasofya’nın karşısında çok uzun bir meydan mevcuttur. Buraya Hipodrom deniyor. İçinde Onlarca Put barındırıyor. Hipodromdan içeri girme fırsatım oldu. Karşımda Puttan Atlar ve ince uzun beton direkler mevcuttu. İmparator sarayını çok uzaktan görebildim. Bu şehirde her yer saray neredeyse, çok gelişmiş ve zengin bir ticaret ağına sahip bir kent. Her milletten insanlar buraya ticaret yapmaya geliyordu. İki gün şehri gezdikten sonra üçüncü gün Kaptan Leo ve tayfası ile Konstantiniyye’den demir aldık. Konstantiniyye limanı kadar giriş çıkış yapılan bir başka liman daha yok olsa gerek. Gemide ilk gün geçmişti ve biz Akdeniz’de ilerliyorduk. Çok dar bir boğazdan geçip yolumuza devam ettik. Gemide ne kadar mil yaptığımızı hesaplayamıyordum. Konstantinopolisden iç Akdenize doğru ilerlerken kıyı boyunca onlarca ada mevcuttur. Iki gün geçmişti Kaptan Leo kıyıya yanaşacağız ve mal aktarımı yapacağız dedi. Yaklaştığımız bu ada İslam fetihlerine'de konu olan Kirit (Girit) adasıydı. Gerçekten harika bir suyu ve manzarası vardı. İşlemlerimiz bittikten sonra yola koyulduk. Artık Akdeniz’in derin sularına yelken açmıştık. Bir hafta sonra Malta yakınlarında karşımıza büyük bir korsan filosu çıktı ben ve güvertedeki tüm insanlar korku ile dua etmeye başladık. Ben ellerimi Semaya kaldırıp dua ederken yanımdaki yaşlı Rum ellerini birleştirerek İsa’dan yardım istiyordu. Kaptan Leo, tüm fener ve mumların söndürülmesini emretti. Büyük korsan filosu Güney İtalya'daki küçük bir adacığı yağmalıyordu. Karanlığın içerisinden Malta limanına doğru yol aldık ve geceyi orada geçirdik. Malta’da korsan tehlikesini atlattıktan sonra yola çıkma kararı verdik. Malta çok küçük bir adadır ve kafir şövalye sürüsü ile doludur. Malta’dan yola çıkıp Tunus’a doğru ilerledik iki gün sonra karadan gördüğüm Tunus’u Derya’dan da seyreyledim. Tunus açıklarında Derya’da bir celallenme meydana geldi, büyük büyük dalgaları yararak ilerledik. Derya sakinleşip durulunca iki saat istifra ettim. Midem alt üst olmuştu. Bir hafta sonra Endülüs’e yakınlaştığımızın farkındaydık hava iyice ısınmıştı. Kaptan Leo Gırnata-Konstantiniyye ve Konstantiniyye- Kırım arası ticaret yapan bir kaptanmış Bozuk bir Arapçası vardır. Deryaları aştıktan sonra Gırnata limanına vardık. Gırnata’dan 60 mil ilerledikten sonra Kurtuba’ya vardım. Kurtuba’ya vardıktan sonra Halife Abdurrahman bin Muhammed’in sarayına çıktım. Ona Bağdat'tan aldığım hediyeleri takdim ettikten sonra çalışmalarımı yapmak için iznini isteyip kendi evime geri döndüm.  

Eserin Derlenmesi ve Teslimi: Gezdiğim yerleri planlayıp çalışmalarıma başladım. Iki yıl sıkı bir şekilde çalıştıktan sonra 12 Şaban 331 yılında Halife’nin sarayına çıktım. Halife beni ve çalışmamı merakla bekliyordu. Söz verdiğim gibi hem peygamberimizin gazalarını hem İslam fetihlerini hem de Tarık b. Ziyad’tan itibaren Endülüs fetihlerini yazdım. Eserimdeki son kısmı görünce gerçekten çok sevindi. Babası halife Muhammed bin Abdullah'ın ve kendisinin dönemini daha ayrıntılı kaleme aldım. Eserin teslimi ile bana yüklü miktarda para hediye etti. Bu esiri yazarken çok zorluklar çektim ve karşılığını ’da almış bulundum. Hazar deryasının kuzeyinde Başkurt yağmacısı ’da gördüm Akdeniz korsanı da ve bunlar ilim için yaptığım fedakarlıktı. Hz. Peygamberimiz ’in dediği gibi ‘’ilim Çinde de olsa gidin alın.’’ Sözüne nail olmak için deryalar aşıp eserimi yazdım. Bu eseri ortaya koymak için beni iten en büyük sebep bir ilim meydana çıkarma gayesidir. Bu eserimizi bir başkası için atıf yapacak olan olursa veyahut bir başkası sahiplenecek olursa, adımızı kullanmaz ve benim diye sahiplenirse Allah ona kabirde acılar çektirsin ve cennet yüzü göstermesin. Tarihu’l- İslam ve’l- Gaza adlı eserimi 12 Şaban 331’de Halife Abdurrahman b. Muhammed’e teslim ettim. 



Yazar Ahmet Türkoğlu



Comments


bottom of page