top of page

Roma İmparatorluğundaki Pragmatik Felsefe Anlayışının Toplum ve Siyasete Etkisi

Giriş:

 

Felsefe birçok farklı düşüncenin, kavramın tartışıldığı, üzerine düşünüldüğü ve devamlı soru sorularak bu niteliğin kaybedilmediği bir düşünceler bütünüdür. Kısacası felsefe doğal ve doğal olmayan her türlü varlık üzerine düşünme, bilme, tanıma, öğrenme, anlama, anlamlandırma ve açıklama eylemidir diyebiliriz.[1] Antik Yunan da başlayan bu durum, birikerek devam etmiş ve modern çağlarda bilimin dahi öncüllüğünü yapmıştır. Ancak felsefe sadece bu doğrultuda değil toplumları, sınıfları retorik sanatıyla etkileyip, bir amaca, hedefe veya inanışa sevk etmek için de kullanılmıştır. Bu amaç, tarih boyunca iyi veya kötü olarak pek çok defa kullanılmıştır.

Konumuz bağlamına dönecek olursak, Roma imparatorluğunda da önemli bir felsefe ekolü olan Stoa felsefesi, bu gayeler doğrultusunda aktif olarak kullanılmış, hatta imparator Marcus Aurelius döneminde tüm imparatorlukta ciddi şekilde hissedilmiştir. Zira kendisi de bir stoacı olan Aurelius, bu anlayış üzerine bir eser de kaleme almıştır.4 Roma toplumu, genel çerçeveden incelendiğinde gelenekçi ve kültürel asimilasyona uğramaya el verişsiz bir yapıdadır. Romalılar, kendilerinden üst bir kültür olan Yunan kültüründen esinlenmişler lakin bir Yunanlılaşma hareketi asla meydana getirmemişlerdir. Din, sanat, edebiyat, mimari gibi alanlarda Yunan/Helen izleri görülmüş lakin Romalılar, Helenlerden aldıkları bu sanat ve bilimi kendilerine has bir şekilde uyarlamışlardır. Felsefe alanında ise aynı durum gözlenmiş ve özgün bir Roma felsefesi ortaya çıkmamıştır. Kısacası Romalılar, pragmatik bir anlayış ile Yunan felsefesini ve onun doktrinlerini ilk olarak kendilerine uyarlamışlar, daha sonra bunu toplumsal ve siyasi amaç doğrultusunda kullanmışlardır.

A)  Pragmatik Roma Anlayışı Nedir?

 

Romalılar, tarih boyunca, kuruluşundan dağılışına kadar birçok toplumla temas etmiş ve o toplumlardan pek çok alanda öykünmeler yapmıştır. Ortadoğu’dan, Britanya’ya, Dacia’dan

(Romanya), Libya’ya kadar tüm alanda hüküm sürmüş olan bu devlet, daima pragmatik bir anlayış içerisindedir. Askeri, politik, ekonomik, ticari, sanat, bilim gibi tüm alanlarda kendilerine yarayacak olan sistem ve kişileri bünyesine kolayca adapte edebilmiş ve kullanmıştır. Örneğin krallık dönemi Roma ordusunun ilk askeri sistemi kabilelerden gelen dağınık ve düzensiz ordular iken, bunun yerine MÖ VI. yüzyılda Rex (kral) Servius Tullius antik Yunan polislerinden esinlenerek, Hoplit ve Falanks sistemini Roma’ya uyarlamıştır.[2] İlerleyen yıllarda İtalya yarımadasını coğrafi koşulları gereğince MÖ III. yüzyılda bu sistem de değişikliğe uğramıştır. Polybius’a göre Manipulus sistemi olan bu yeni sistem (Bazı tarihçilere göre Polybius sistemidir.) İtalya coğrafyasında daha esnek harekât kabiliyeti sağlamıştır.[3] İlerleyen yıllarda ise Marius’un yaptığı büyük askeri reformlar ile tekrardan değişecek olan Roma askeri sistemi son halini alacaktır. Roma’nın bir diğer pragmatik alanı ise tarih alanında görülmektedir. Roma’nın büyük tarihçilerinden Polybius, tarihi sadece geçmişte yaşanılanları aktarmak olarak görmemiş, bir insanı aktif siyasete hazırlayan ve onu eğiten en önemli alan diye tanımlamıştır.[4] Bu gibi örnekleri mimari alanda da görmek mümkündür. Antik Yunan mimari yapısında kullanılan mermerden sütunları Romalılar dış sütun kalıplarının içine beton dökerek uyarlamış ve kullanmıştır. Kısacası Romalılar tarih boyunca durum, şart ve koşula göre hem başka kültürlerden esinlenmişler hem de bu

esinlenmeleri kendilerine uyarlamıştır.

B)  Roma Felsefesinin Temelleri:

 

Romalılar kendilerine özgün bir felsefe inşa etmiştir diyemeyiz. Zira tüm felsefe akımlarını Yunanlılardan devralmış ve üzerine düşünmüşlerdir. En önemlisi ise Yunan felsefesini kendilerine uyarlamış ve ihtiyaçları doğrultusunda kullanmıştır. Öykündükleri felsefeye bakacak olursak, daha çok Sokrates sonrası felsefe anlayışıdır.

Roma da rağbet gören felsefe akımları ise Stoa ve Epikourosçuluktur. Stoa felsefi öğretisi, Roma aristokratları arasında en çok yaygın olanlarıdır. Epikourosçuluk ise daha çok halk zümrelerinde karşılık bulmuştur. Ancak Yunan felsefesi ilk başlarda Roma yöneticisi sınıfı tarafından tepki ile karşılanmış hatta MÖ 181 yılında Pisagor öğretilerini içeren kitaplar yakılmıştır.[5] Yine MÖ 171 yılında Epikourosçu düşünür Alkaios ve Philiskos sürgüne gönderilmiştir.

B.1) Zenon ve Stoa Felsefesinin Aşamaları:

 

 

 

Sokrates öncesi felsefe, (Presokrat dönem) doğa filozofları tarafından ve doğa olayları çerçevesinde hem kâinatı (Kosmos) hem de dünyanı açıklama gayesi taşımıştır. Hesiodos’un Theogonia’sında önce Khaos’un varoluşu, sonra da Gaia’nın yaratılışı ile bu durum açıklanırken, Miletoslu bu filozoflar varlığı ve Dünyayı felsefe yaparak açıklamaya çalışmıştır.

Sokrates ile birlikte felsefenin yönü daha insan merkezli olmuş, erdem, ahlak, etik gibi konular tartışılmıştır. Stoa felsefesinin kurucusu olan Zenon ise MÖ 3. yüzyılda Sokrates öğretilerinden ve Kynik felsefe öğretilerinden etkilenerek felsefeye yeni bir bakış kazandırmıştır:[6] Bu bakış ise Stoa felsefesidir. Kıbrıslı Zenon ile başlayan Stoa felsefesi, felsefe tarihi incelemelerinde, ilk veya erken dönem stoacılığı, orta veya geçiş dönemi stoacılığı ve son olarak, geç dönem stoacılığı olmak üzere üç ana bölümde incelenmiştir.[7] Stoa felsefesi temelinde ahlak konusunu işlemiş ve kendisinden sonra gelecek olan felsefe akımlarına ve Hristiyanlık gibi dinlere örnek teşkil etmiştir. İnsanın dünya nimetlerine karşı kayıtsız kalmasını, zevk ve haz peşinde koşulmamasını, dünyevi değerler olan para, iktidar, hırs gibi duygu ve metaların hayatın merkezine konulmamasını ve insanın başına gelen felaket, travma gibi durumların soğukkanlılıkla karşılanmasını dile getirmiştir. Zenon, Kleanthes, Krizippos gibi stoacı düşünürler, insanın doğasına aykırı olan herhangi bir davranışın yapılmamasını ve doğaya dönülmesini de öğütlemişlerdir. Ahlaklı olmayı doğa felsefesi ile birleştiren Zenon, iyi yaşamı doğaya uygun yaşamakla özdeşleştiren bir insan felsefesi geliştirir.11

Stoacılığın tanrısal ideası doğa üzerinden şekillenmiştir. “Doğadaki başlıca varlıklar cisimlerdir, ama hiçbirinde etkin ilke, neden, güç maddeden ayrı düşünülemez; güçten yoksun bir madde olmadığı gibi, maddeden yoksun bir güçte yoktur. Gücün cisimden ayrılmaması onun cisimsel olduğunu gösterir. Bu güç dünyanın ruhudur, tanrıdır.”[8] Stoacılığın bu tanrısal çizgisi ileride aziz Augustinus’un fikirlerine de temel oluşturacak, Hristiyanlığa da bu şekilde girecektir. Stoacılar felsefeyi üç ana bölüme ayırmışlardır: Mantık, Fizik ve Ahlak. Mantık stoacılar için çok önemli bir yerdedir, çünkü mantığın kapsamı çok geniştir; bilinen anlamının yanı sıra bilgi teorisi, dilbilgisi ve retoriği de kapsar.13 Fizik ise işlevinin yanı sıra, ilk felsefe ve metafizikle ilgili konuları içermektedir. Ahlak ise insan doğasını konu edinip insana nasıl yaşaması gerektiğini öğretir. Stoacı filozoflar felsefeyi canlı bir organizmaya benzetirler; mantık bu organizmanın kemikleri ve siniridir, fizik etli kısımları, ahlaksa ruhudur. Erdem ve erdemli olma amacı, stoa felsefesinin en önemli doktrinidir. Akıl ise erdemin hemen ardından gelen bir çizgidedir. Erdem, huzurlu yaşama, mutluluk ve kalıcı hazzın sağlayıcısı, akıl ise insanı bilge birine dönüştürmede ve tanrıya yakınlaştırmada en önemli aracı unsurdur.

Roma’ya stoa felsefesi, filozof Panaitios (MÖ 189-109) döneminde önemli ölçüde girmiştir desek yanlış olmaz. Stoa düşüncesi Roma üst sınıfı tarafından önceden de bilinmekte idi lakin Panaitios’un stoa aktarımı daha kalıcı olmuştur. Panaitios’un bir diğer önemi ise Roma’nın ünlü şahsiyetlerinden olan Scipio Africanus Minor’un dostluğunu kazanması ve onunla kurduğu ilişkidir. Panaitios oluşturduğu bu çevre sayesinde stoa felsefesi Roma’nın üst yöneticilerine kadar ulaşmış oldu. Bu aşamadan sonra bir başka düşünür olan Poseidonios (MÖ 135-51) devreye girmiş, Cicero ve onun gibi birçok Romalı soylu ailesini stoa felsefesi ile etkisi altına almıştır. Bu aşamadan sonra Romalı düşünürler stoa felsefesi içerisinde kendi bakış açılarını geliştirmişler ve geç dönem stoa felsefesinin başlangıcını hazırlamışlardır. Bu dönemin en önemli aktörleri ise Cato, Cicero, Seneca ve Marcus Aurelius’tur.

C) Cato ve Felsefesi

 

Marcus Porcius Cato, retorik sanatını kullanma becerisi, cesaret ve vatanseverlikle bezeli karakteri ile Roma tarihinde özgün bir yer edinmiştir. Stoa felsefesinin Roma’daki ilk temsilcilerinden olması hasebiyle de ayrı bir önemi vardır. Birçok şair tarafından en önemli stoacı olarak görülmüş ve anlatılmış, Seneca’ya göre ise stoa felsefesinde anlatılan bilge insanın vücut bulmuş halidir.

Plutarhos’a göre Cato çocukluğunda bile geri adım atmayan, ağırbaşlı, cesaretli ve korkusuz yapıdadır. Genç yaşta kynik felsefesi ile tanışmış, Sokrates’i okumuş ve ondan etkilenmiştir. Ahlak ve erdem gibi ilkeleri bünyesinde toplamak istemiş, ancak onun için en önemli değer her zaman adalet olmuştur.[9] Cato, stoa felsefesinin öğretilerini yerine getirerek yaşamıştır, örneğin malını ve mülkünü çevresine dağıtmış ve bu gibi dünyevi şeylere karşı kayıtsız kalarak inzivaya çekilmiştir.

Cato, çevresinde gelişen siyasi olaylara stoa felsefesindeki bilge insanın yapacağı gibi davranışlar sergilemiştir. Caesar’ın yükselişe geçmesi ve güçlenmesi ile senatoda ona karşı olan nadir seslerdendir. Bu tutumu stoa felsefesindeki bilge insanın daima akışın tersine gitmesi, toplumun yönlendirmesi ile hareket etmemesi ilkesi ile iyi bir şekilde örtüşmektedir.

 

Cato, ilkeleri ve davası uğruna ölmeyi göze almıştır. Bu cesareti kimi zaman kahramanca karşılanmış, kimi zaman ise ağır eleştirilmiştir. Zira stoa felsefesine göre bilge insan, konjonktür’ü iyi analiz eder, devlete veya topluma yardım edemeyeceğini, şartların bunu imkânsız kıldığını anlayınca bu alanlardan elini çekmesini söylemiştir. Lakin Cato kendi ölümünü kendi hazırlamıştır. Sonuç olarak bakıldığında Cato, geç dönem stoa felsefesinin ilk temsilcilerinden olup, kendisinden sonra gelecek olan Cicero ve Seneca’ya öncüllük etmiştir.

D) Bir Retorik Sanatçısı Cicero ve Stoa Felsefesi:

 

Roma tarihinin en orijinal isimlerinden birisi olan Marcus Tullius Cicero, Roma stoacılığının en büyük temsilcilerinden birisidir. MÖ 106 yılında Arpinolu varlıklı bir ailede doğan ve büyüyen Cicero, hem Roma’da, hem de Yunanistan’da eğitim görmüştür. Epikurosçu

Phaidros’tan ve Stoacı Diodotos’tan eğitim alarak birbirinden farklı düşünce dünyaları tanımış, ileriki yaşamında bu düşünceler hem sosyal hem de siyasi hayatını derinden etkilemiştir. MÖ 63 yılında konsül seçilerek, Roma siyaset sahnesinde zirveye oturmuştur.

Cicero, siyasetçi olduğu kadar iyi bir hatip,[10] hukukçu ve filozoftur. Latincedeki felsefi terimlerin çoğunu Yunancadan o çevirmiştir. Bu sebeple kendisinden sonra gelen tüm Romalı düşünürleri dolaylı yoldan etkilemiştir. Aynı zamanda yine Roma stoacılığının hukuk öğretisini formülleştirerek kendisinden sonraki stoacı düşünürleri etkilemiştir. Cicero ve onun gibi stoacı filozoflar, Roma hukukundaki irrasyonel kavram ve tutumları stoacı perspektif ile ayıklamıştır.[11] Cicero’nun doğal hukuk ve doğal yasa anlayışının temeli stoa felsefesinde yatmaktadır. Ona göre yasa, doğanın içine yerleştirilmiş egemen akıl olup, insanlara eylemlerini emreder. Cicero, stoacı ahlak yasalarını benimsemiş ve bunu eserlerinde kaleme almış, aynı zamanda büyük bir hatip ve retorik sanatçı olması hasebiyle de bu düşüncelerini halka da aktarmıştır. Cicero, Platon felsefesinden de ciddi manada etkilenerek, Platon’un ideal devlet ve ideal toplum anlayışını, stoa felsefesinin ahlaklı ve erdemli toplum ilkeleriyle bir potada eritmiş ve siyasi nitelikli eserlerinde, ütopik Roma devleti ve Roma toplumu inşa etme gayesi taşımıştır. Onun zihnindeki Roma devletini ve toplumunu oluşturan şey, antik Yunan’ın bu iki büyük felsefe ekollerini birbirine entegre etmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu entegrasyonun temeli ise “insanı” iyi bilmek ve anlamaktan geçmektedir. Cicero’ya göre insanı iyi bilmek içinse bilim ve felsefe gerekmektedir. Felsefesindeki temel amaç, hakiki bilginin peşinden giden kültürler üstü insanı yetiştirerek topluma hem bedensel hem de ruhsal anlamda dengeli bireyler kazandırmaktır.[12] Cicero, bu şartlarda doğan, büyüyen ve gelişen nesillerin daha işlevsel ve ilerici toplumları doğuracağından bahseder. Oluşturmak istediği toplumsal sınıf veya bireyler, ileride Seneca’nın bahsedeceği “Bilge“ insan tanımının bir prototipidir. Cicero, söylevlerinin temelinde özgür eğitim ve özgür zihinler oluşturulması gerektiğini söyler.

Cicero, evrensel insan ve onun eğitimi olan Humanitas tanımını ortaya çıkartır, bu tanım ise ileride Rönesans’ın temellerini teşkil eder. Bu fikirlerle birlikte, Roma’nın ideal insanını yetiştirmeyi amaçlayan eğitim de kurumsallaşmış olur. Onun humanitas tanımı içine dahil ettiği ve zihnindeki Roma toplumunu oluşturmak için özgür sanatlarda eğitim ve öğretim, insana, insan olmaya, insanın duygularına ve eğilimlerine derin saygı, insanın önce kendisine sonra karşısındakine karşı göstermesi gereken saygı, kibarlık ve nezaket, düşünsel terbiye ve insancıl davranışlar, dilde zarafet gibi birçok aşamalar mevcuttur. Kısacası Cicero’ya göre insan önce insan olmalıdır; insan olduğu için hem kendisine hem de karşısındakine saygı duymalıdır, erdemli ve ahlaklı olmalıdır, samimi ve içten aynı zamanda dili yalandan arınmış olmalıdır. Bu insancıl özelliklerin bir topluma eğitimle verilmesi karşısında ideal bir toplum yaratma gayesi Cicero’nun temel amaçlarından birisidir. Zira oluşturulacak olan bu toplum hem stoacı erdem yasalarına uygun (erdemli, ahlaklı, hazdan arınmış) hem de Platon’un devlet eserindeki yapıya uygundur. Kısacası oluşturulacak olan bu toplum, daha kolay yönetilebilir ve idare edilebilir olacaktır. Cicero ve Roma’nın ideali, “Konuşmada usta, iyi bir adam” (Vır Bonus Dicendi Peritus) yaratma fikridir.[13] Yani, Roma için ideal insanın erdemlere bağlı, usta konuşan, dürüst insan olmasıdır. Cicero ise bu düşüncelerini felsefi eserlerinde topluma ve halka aktarmaya çalışmıştır.

E) Seneca ve Roma Stoacılığı:

 

Lucius Annaeus Seneca MS 3 yılında, Roma imparatorluğunun tüm Avrupa’ya hem siyasi hem de askeri olarak nüfuz ettiği dönemde, Hispania’nın güneyindeki Corduba’da dünyaya gelmiştir. Şair Martialis’in söylediklerine göre tam üç kuşak boyunca önemli edebi kişiler çıkaran, muhtemelen Etrüks ya da İllyria kökenli bir ailenin üyesidir. Yaşlı Seneca olarak tanınan babası, onu Roma’ya göndermiş ve iyi eğitim almasını sağlamıştır. Burada Retorik ve hatiplik dersleri almış; bu derslerin yanı sıra Pisagorcu (Pythagorasçı) Sotion’dan, Stoacı

Attalus’tan ve Kynik felsefe filozoflarından da felsefe dersleri almıştır.[14]

Babası tarafından Felsefe’den uzaklaştırılan Seneca, önce Pompei, ardından ise Mısır’a gönderilmiştir. MS 31 yılında Roma’ya dönmesi ile avukatlığa başlamış ve duruşmalara katılmıştır. Aynı dönemlerde siyasi bir kariyerde çizmiş ve quaestor’luk makamına kadar yükselmiştir. İlerleyen yıllarda ise imparatorluğun mali işlerinin de sorumluluğunu üstlenmiştir. Devlet işlerindeki başarılı tutumu dönemin imparatoru Caligula tarafından kıskanılmış ve idama mahkûm edilmiş, ancak bu cezadan kurtulmayı başarmıştır.

İmparator Nero’nun annesi olan kraliçe Agrippina, Nero daha küçük bir çocuk iken Seneca’nın iyi bir öğretmen olacağını düşünerek Nero’yu eğitmesi için görevlendirmiştir. MS 54 yılında tahta çıkan Nero, henüz 16 yaşında olduğundan mütevellit imparatorluğun siyasi, sosyal ve askeri dinamiklerine hakim olamamış, imparatorluğa tam yetkiyle hükmedememiştir. Bu dönemin önemli aktörlerinden birisi olarak karşımıza çıkan Seneca ve muhafız komutanı kıtası Afranius Burrus, Nero üzerinde büyük baskıları ile tanınırlar. İlerleyen yıllarda imparator’un annesi olan Agrippina’nın da ölmesi ile Seneca devletin yönetiminde iyiden iyiye önemli kimselerden birisi haline dönüşmüştür. Seneca’nın hayatındaki kırılmalardan en önemlisi ise benimsediği stoa felsefesini hayatına uyguladığı dönemdir. Seneca, stoa felsefesinde bahsedilen para, haz, makam, dünyevi dürtü ve zevkler gibi değerlerin vazgeçilmesi doktrinine dayanarak, imparator Nero’ya istifasını sunmuş ve sahip olduğu servetin bir kısmını da imparatorluk hazinesine bırakmıştır. İlk başta Nero tarafından bu teklif kabul edilmese de bir zaman sonra teklif onaylanmış ve Seneca siyasi hayatın getirdiği tempolu yaşamı terk ederek felsefeye odaklanmıştır. Seneca, 61-65 yılları arasında birçok felsefi eser kaleme almıştır. Seneca’nın ismi 65 yılında imparator Nero’ya düzenlenecek olan bir suikast listesinde bulunmuş ve Nero tarafından ölümle cezalandırılmıştır. Aynı yıl trajik bir son ile dünyaya gözlerini yummuştur.

E.1) Seneca Stoacılığı:

 

Seneca, Roma stoacılığı’nın en önemli karakterlerinden birisidir. Birçok felsefe ekollerinden etkilenmiş ve sadece katı bir stoacı olarak kalmayarak sık sık diğer stoa düşünürlerini eleştirmiş ve hatta kimi konularda Epikuros anlayışlarına katıldığı da olmuştur. Stoacı filozoflar için

“bizim filozoflar” tanımını kullanan Seneca, eserlerinde pek çok filozoftan (Herakletios, Sokrates, Platon, Aristoteles, Epikuros) yararlandığı bilinir.[15] Seneca temelde Yunan stoasını

Romalı ahlak değerleriyle bütünleştirmiş ve yeni bir Roma stoası ortaya çıkarmıştır.[16] Ona göre felsefe her insanın altından kalkabileceği bir düstur değildir. Felsefe insanı tanrıya eş olma amacına çağırır; çünkü insanın içinde tanrıdan gelme bir soluk mevcuttur. Ona göre felsefe önce bireyi sonra toplumu iyileştirir. Felsefe ruhu dinlendirir, biçimlendirir, hayatı düzene sokar ve rayına oturtur; davranışlara çeki düzen verir, yapılması veya yapılmaması gereken eylemleri açıklar, belirsizlikleri ortadan kaldırır. Kısaca Seneca’ya göre felsefe bir insanın ve toplumun kılavuzudur. Bu kılavuzu kullanan “Bilge insan” önce kendini sonra çevresini dizayn edebilir.

Romalıların felsefeye olan bakışı Yunanlıların bakışından çok farklıdır. Romalılar yukarıda da örneklerini verdiğimiz gibi olgu ve olaylara pragmatik bir bakışla yaklaşırken, Yunanlılar daha anlama ve anlamlandırma açısından yaklaşmışlardır. Örneğin Yunanlı için bilgi salt bir bilgi olduğu için değerliyken, Romalı var olan bu bilginin ışığında kullanışlılık esası (Pratik hayata direk etki edecek bir bilgi arayışı) aramıştır.[17] Bu pragmatik bakış Seneca’da zirveye çıkmıştır. Mektuplarından birisinde: “Hep şu konuya döndüm durdum ben: bu ne işime yarar benim?“[18] Görüleceği üzere Seneca, stoa felsefesi perspektifinden bakarak ahlak ve erdem gibi değerleri en üst mertebeye çıkartmış ve felsefelerinde başlıca öğreti olarak bunları kullanmıştır; lakin bu öğreti temelde bir yarar esasına göre kabul edilmiştir. Hem Seneca öncesindeki hem de ondan sonraki filozofların bunu yapmasındaki temel hedef, ülkelerindeki sosyal, siyasal ve dinsel yaşamları düzenlemek ve ideal toplum inşa etmek amacıdır. Bu inşa sürecini felsefe gibi disiplinlerle yapmak istemişlerdir. Seneca, aynı Cicero gibi bir ”Bonus Vir“ yani iyi adam veya Seneca’nın tabiriyle ”Bilge insan” tasviri çizmiştir. Çizilen bu bilge insan, aklı ve mantığıyla hareket eden, erdem ve etik değerleri yüksek, aynı zaman da tüm hazlardan arınmış ve gerçek hazzın, hazları kontrol edebilmek olduğu kanısına varmış bir üst insan profilidir. Aynı zamanda Bilge insan kaderin bilincinde yaşamasını bilir ve kaderden doğacak olan sonuçlara sitemkâr bakmaz.24 Bilge insan, tüm zorbalıklara karşı direnir, bununla birlikte genel kanı neyse ona karşı ilerler. Zihnen maddi dünyanın zincirlerinden kurtulan bu insan, Seneca’ya göre ulaştığı kutsal göğün alabildiğine geniş sınırlarını, yani bir başına her şey olan ve her şeyi kavrayan tanrının sınırlarını yeryüzü ile kıyaslar ve tanrısal mekânda olduğunu anlar ve orada kendisini güvende hisseder.[19] Yani bilge insan bilgeliği sayesinde tanrılaşmıştır. Çizilen bu profil aslında ideal bir Romalı yaratma gayesinden başka bir şey değildir.

Seneca’nın stoa felsefesi, sorunlara çözüm bulan, sert ve eylemci bir düstura sahiptir. Akılcı ve mantıksal ilkelerle ilerleme amacı taşıyan ve bu amaçlarla ilerleyen bilge insan, eylemci bir tutum içinde olmalı, mevki, makam, para ve şöhretlerden arınmış olmalıdır.

Seneca döneminde büyük oranda artan yozlaşma imparatorluğun her bölgesinde hissedilmiştir. Paraya tamah eden binlerce sınıfın olması hasebiyle stoa felsefesi temsilcileri bu materyalist düşüncenin bir anlam ifade etmediğini savunmuşlar ve ahlak değerlerinin daha mühim olduğunu aktarmışlardır. Aynı zamanda topluma, başlarına gelen açlık, ölüm, gibi sıkıntılara karşı mücadele etmeyi ve direnmeyi söylemişlerdir. Kısaca Seneca, insanlara doğuştan veya sonradan gelen zenginlik, şöhret gibi dünyevi zevklerin anlamsız olduğunu anlatmış ve bilge insanın nasıl olması gerektiğini aktarmıştır. Bu düşüncelerini şu sözleriyle açıklar: “talihin armağanlarından faydalanıp onların kölesi olmayan bir karakterde olunmalı”[20] 

Bilgelik yolundaki insanın önünde en büyük engel hazlar ve duygusal değişimlerdir diyen Seneca, yapılması gerekenin bu durumun ve tutumun tamamen ortadan kaldırılması olduğunu savunur. Zira geç dönem stoa felsefesinin oluşturduğu erdem anlayışı ve aynı zamanda doğru bilgi arayışı hazların en büyüğü ve mutluluğun temelidir. Bir insan eğer erdemli olursa en büyük hazza erişmiş olur; Bu nedenle öncelikle bu çizgiye girilmeli, daha sonra buradan bilge insan olma yolunda ilerlenmelidir.

Seneca ve geç dönem stoacılığının bir diğer büyük önemi ise evrensel olmasıdır. Onun oluşturmak istediği evrensel bir dünya modeli vardır. Geleneksel stoa düşünceleri temel alınarak bu düşüncelerinin tüm dünya için faydalı olduğunu savunmuşlardır. Seneca’nın stoa felsefesi Roma toplumu gibi sevgiden, insanca davranışlardan yoksun bir toplumda yaşayanlara insanın onurunu yücelten bir ideal, bir ahlak vermiştir.27

Geç dönem stoa felsefesinin tanrı anlayışı ise kendi içinde tutarlılık göstermiştir. Erdemli ve ahlaklı bir insan (Bonus Vir/ Bilge insan) oluşturma gayesinde olan bu dönem filozofları ki Seneca da bunlara dahildir, iyi bir tanrı tasnifi yapmışlardır. Onlara göre Fail tanrıdır; kaynak, maddedir; form, görünen dünyanın biçimi ya da düzenlenişidir. İdea ise tanrının bu koca alemi ona göre kurmuş olduğu modeldir. Gaye ise bu alemi meydana getiren zihniyetteki niyettir (Tanrı). Tanrı’nın niyeti ise iyiliktir, zira tanrı iyidir. Bu anlayışta Platon felsefesinin izlerini görmek mümkündür.

F) Filozof İmparator Marcus Aurelius:

 

Marcus Aurelius (121-180), Roma imparatorluğunun 161-180 yılları arasındaki imparatorudur. Hispanik kökenli soylu bir ailede doğan Aurelius, daha çocukluk dönemlerinde dahi felsefeye merak salmıştır. Kaynaklarda mizaç olarak durgun bir çocuk olarak aktarılır. On ikili yaşlarındayken dahi kendisini felsefeye adamıştır.[21] Aurelius, Euphorio‘dan, Iunius Rusticus‘tan, Platonvu bir filozof olan Bacchius‘tan ve stoacı filozof olan Apollonius‘tan felsefe dersleri almıştır. Cornelius Fronto‘dan ise retorik ve hitabet sanatı derslerini almıştır.

İmparatorluğun en güçlü dönemlerinde tahta geçmiş ve o da bu gücü iyi kullanmıştır. Hükümdarlığı döneminde Tiber nehri taşmış, kırsal bölgelerde ciddi kıtlıklar meydana gelmiş ve doğal afetlerin ortaya çıkardığı (Deprem, sel vb.) zorluklarla baş etmiştir. Ren nehri kuzeyindeki Cermen toplumları savaşmış ve Doğudaki kadim düşman olan Parthlar ile mücadele etmiştir. Diğer imparatorların aksine kendisini felsefeye çok adamış ve geç stoa felsefesinin önemli temsilcilerinden birisi haline dönüşmüştür. 175 yılında Atina’ya gelmiş ve burada Aristocu, Platoncu, Epikurosçu ve Stoacı okulları için her birine ayrı kürsüler kurdurmuştur.[22] Erken tarihlerde felsefe ile tanışmış, zamanının en iyi hocalarından Platonculuk, Aristotelescilik ve stoacılık felsefesi öğrenmiştir.

Marcus Aurelius hayatı anlama ve anlamlandırma bakımından tipik bir stoacı filozof imajı çizmiştir. O da Cato, Cicero, Seneca ve Apollonius gibi ahlaksal düzlemde bir dünya modeli ve insan yaşamı tasarlamıştır. Kaleme aldığı “Kendime Düşünceler” adlı eseri bunun güzel bir yansımasıdır. Bu eserinde, meydana gelmiş olan acıların sineye çekilmesi, insanın kendi içine dönmesi ve benliğini araması gerektiği anlatılmıştır.[23] Bu düşünceler Seneca ve diğer stoacı yazarlarda ciddi oranda da görülmüştür. Ona göre, sinir, öfke, haset ve hırs gereksiz duygulardır. Bu duygular insana bir şey kazandırmaz, aksine pek çok şey kaybettirir. İnsanların zalimliğine karşı öfkelenip mücadeleye atılmasını reddeder. Bu düşünceleri şu sözleriyle açıklamıştır: “Birbirine hasmane davrananlar, birbirlerinden kuşku edenler, birbirlerinden nefret edenler, mızrak darbeleriyle birbirleriyle mücadele edenler sonunda toprağa gömüldü ve küle dönüştü. Nefret etmekten vazgeç.”[24] Kısacası kendime düşünceler eseri, bireyin huzura erişmede ve gündelik yaşantısındaki sıkıntı kaynaklarından uzaklaşma ve insanın kendisine yetmesi ilkesini temel alır.

Marcus Aurelius’a göre tanrısız bir evren tasviri yapılamaz. Zira kâinatın düzenini sağlayan bir irade olduğuna inanır. Tanrısız bir evrende kendini tahmin dahi edemez.

“Her şeyi her an hayattan çıkabilecek bir insan gibi yapmak, söylemek ve düşünmek gerek. Eğer tanrılar yoksa insanlardan ayrılmanın korkunç bir yanı yoktur; zira onlar seni mutsuzluğa sürüklemez. Eğer onlar yoksa veya onlar insani şeyler ile ilgilenmiyorsa, Tanrıların ve inayetin olmadığı bir dünyada benim ne işim var?[25] 

Yine aynı düşünce bağlamında: “Sende belli bir düzenin olması, Bütün’de ise ancak karşılıklılığın olması mümkün müdür? Her şeyin birbiriyle ilişkili ve uyumlu olduğu açık değil midir?33 (IV, XXVII) Demiştir.

Marcus Aurelius, Platondan bu yana gelen filozofların devleti yönetmesi gerektiği hayalinin realitede ilk defa gerçekleşmesidir. Sokrates, Platon ve geleneksel stoa düşünürlerinden etkilenerek bir ömür yaşayan Aurelius, imparatorluğu boyunca devletin resmî ideolojisi olarak stoa felsefesini kullanmıştır. Stoa felsefesi bu dönemde imparatorluğun sıhhati için kullanılmış ve yararlanılmıştır. İmparatorluk içinde yaşayan halkların yaşadığı ekonomik kriz, açlık, kıtlık sorunları, aynı zamanda köle, pleb ve patrici çekişmeleri gibi sınıf mücadelelerinin olduğu bir dönemde evrensel değerler bağlamından bir dünya felsefesi olma iddiasında bulunan stoa felsefesi, imparatorluğun imdadına yetişmiş ve tüm ayrılıkçılığın mantıksız olduğunu felsefe diliyle Romalılara anlatmıştır. Yaşanan sorunların geçici olduğu ve insanın bunlarla baş etmesi sonucunda hakikate ereceği fikri vurgulanmıştır. Aurelius materyalist bir bakış yerine mistik ve ahlaksal bir bakışı tercih etmiş ve bunu öğütlemiştir. Bunu yapmasının da nedeni yukarıda vurgulanmıştır. Aurelius’un felsefeye biçtiği rol açıktır: Ruhu iyileştirmek ve hayatın getirdiği sıkıntılara karşı güçlü bir bağışıklık yaratmak.

 

Sonuç:

 

Roma cumhuriyeti/imparatorluğu, askeri, politik, bilim veya düşünce disiplinleri fark etmeksizin kendilerine uygun ve uyarlanabilir olan ama aynı zamanda devlete ve topluma faydası dokunacak tüm şeyleri bünyesinde barındırmıştır. Bu anlayışa pragmatik Roma anlayışı demek doğru olacaktır. Felsefe bağlamında, Romalılar cumhuriyet döneminden, orta imparatorluk dönemine kadar aktif olarak Stoa felsefesini devletin yararı gözetilerek kullanmıştır. Toplumun içinde bulduğu çıkmazı ahlak ve erdem gibi değerler ile çözmek istemiş, bunu iyi retorik sanatçıları ile hem senatörlere hem de halka aktarmışlardır. Filozofların oluşturduğu iyi insan veya bilge insan tabirleri ideal bir Romalı portresi çizmiş ve oluşturulmak istenen Roma, gözler önüne serilmiştir. Cicero ve Seneca gibi filozoflar bu düşünce ve eylemleri ile aslında birer toplum mühendisliği davası gütmüş ve bunun başta Roma entelektüel camiası daha sonra ise siyasi sahada karşılık bulmasını desteklemişlerdir. Siyasi saha da ise filozof imparator Aurelius yapacağı askeri seferlerden, alacağı kararlara kadar tüm benliğinde bu derin felsefenin izlerini taşımış, kendisi de bu felsefeyi ciddi oranda siyasi hayatında kullanmıştır.


KAYNAKÇA

 

Aurelius, Marcus. Kendime Düşünceler, çev. Ceyda Eskin. İstanbul: Yankı Yayınları, 1974.

Arslan, Ahmet. İlkçağ Felsefe Tarihi 4, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 2008.

Bakır, Kemal. “Roma’da Felsefe, Stoa Ahlakı, Kölelik ve İmparatorluk: Epiktetos ve Marcus Aurelius,” Doğu Batı Dergisi sy. 50 (2009) 67-86.

 

Cicero, M. Tullius. Catilina Söylevi çev. Mehmet Oktan. İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2016.

 

Cicero, M. Tullius. Tanrıların Doğası çev. F. Gül Özaktürk ve Fafo Telatar. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 2006.

 

Çevik, C. Cengiz. Roma'nın Cumhuriyet Döneminde Siyaset ve Felsefe İlişkisi. İstanbul:

İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Doktora Tezi, 2018. 

 

Çevik, C. Cengiz. Seneca’nın Naturales Quaestiones Adlı Eserinde Doğa ve Ahlak Anlayışı,

İstanbul: İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Yüksek Lisans Tezi, 2010

 

Dürüşken, Çiğdem. Antikçağ Felsefesi, İstanbul: Alfa Felsefe Yayınları 2021.

 

Eco, Umberto. Antik Roma, çev. Leyla Tonguç Basmacı. İstanbul: Alfa Tarih Yayınları,

2021.

 

Hesiodos, İşler Günler ve Tanrılar çev. Azra Erhat ve Sabahattin Eyüpoğlu, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1977.

 

Işık, Yunus. Roma Hukukunda Bonus Vır. Kayseri: Kayseri Kadir Has Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Yüksek Lisans Tezi, 2013

 

Karabulut, Dilnur ve Iltar, Ekin Kaynak. ”Stoa Felsefesinden Sağaltımın İzleri: Bir Pratik Yaşam Felsefesi”, Akdeniz İnsani Bilimler Dergisi 10 (2020): 265-277.

 

Kılıç, Nuran. Marcus Aurelius’un Ahlak ve Siyaset Felsefesine Bir Bakış Erzurum: Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Yüksek Lisans Tezi, 2008

 

Külcü, Recep. “Thales’ten Günümüze Arkhe Anlayışı” Disiplinlerarası Bilimsel

Araştırmalar Dergisi sy. 2 (2016): 1-10.

Öktem, Niyazi. ”Stoisizm”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 41 (1974): 590-

595.

 

Pattabanoğlu, Fatma Zehra. ”Seneca’da Felsefe ve Ölüm”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi sy.22 (2015): 137-158.

 

Penrose, Jane. Roma Ordusu, çev. Samet Özgüler, İstanbul: Kronik Kitap Yayınları, 2020.

 

Seneca. Mutlu Yaşam Üzerine- Yaşamın Kısalığı Üzerine çev. Çengiz Çevik İstanbul:

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2021.

 

Seneca. Ahlaki Mektuplar, çev. Türkan Uzel, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları 1992.

 

 

Topdemir, Hüseyin Gazi. “Felsefe Nedir? Bilgi Nedir?, Türk Kütüphaneciliği Dergisi sy. 23

(2009): 119-133.


[1] Hüseyin Gazi Topdemir, “Felsefe Nedir? Bilgi Nedir?, Türk Kütüphaneciliği Dergisi sy. 23 (2009): 120. 4 Bkz. Marcus Aurelius, Kendime Düşünceler, çev. Ceyda Eskin (İstanbul: Yankı Yayınları, 1974).

[2] Jane Penrose, Roma Ordusu, çev. Samet Özgüler, (İstanbul: Kronik Kitap Yayınları, 2020)

[3] Roma’nın İtalya birliğini sağlayamadığı dönemler olan MÖ III. Yüzyıllarda Samnit ve Etrüskler ile olan mücadelesinde geniş Hoplit ve Falanks sistemi yerine daha esnek hareket edebilecek olan Manipulum sistemine geçmesi temelde İtalya’nın coğrafi konumuyla ilgilidir. Zira dağlardan gelen Samnit vur-kaç birlikleri Roma ordusunu ciddi oranda yıpratmıştır.

[4] Cengiz Çevik, Roma’nın Cumhuriyet Döneminde Siyaset ve Felsefe İlişkisi, (İstanbul: İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Doktora Tezi, 2018), 64.

[5] Umberto Eco, Antik Roma, çev. Leyla Tonguç Basmacı (İstanbul: Alfa Tarih Yayınları, 2021), 363.

[6] Kemal Bakır, “Roma’da Felsefe, Stoa Ahlakı, Kölelik ve İmparatorluk: Epiktetos ve Marcus Aurelius,” Doğu Batı Dergisi sy. 50 (2009): 67.

[7] Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi 4, (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 2008), 165. 11 Dilnur Karabulut ve Ekin Kaynak Iltar, ”Stoa Felsefesinden Sağaltımın İzleri: Bir Pratik Yaşam Felsefesi”, Akdeniz İnsani Bilimler Dergisi 10 (2020), 267.

[8] Kemal Bakır, “Roma’da Felsefe, Stoa Ahlakı, Kölelik ve İmparatorluk: Epiktetos ve Marcus Aurelius,” 68. 13 Çiğdem Dürüşken, Antikçağ Felsefesi, (İstanbul: Alfa Felsefe Yayınları 2021), 304.

[9] Çevik, Roma’nın Cumhuriyet Döneminde Siyaset ve Felsefe İlişkisi, 106.

[10] Catilina söylevleri onun hatiplik ve insanları etkileme gücünün en iyi örneklerindendir. Bunun için Bkz. M. Tullius Cicero, Catilina Söylevleri, çev. Mehmet Oktan (İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2016)

[11] Niyazi Öktem, ”Stoisizm”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 41 ( 1974), 591.

[12] Çiğdem Dürüşken, Antikçağ Felsefesi, 329.

[13] Bonus Vir‘in Türkçeye tam çevirisi iyi adamdır. Lakin stoacı Roma filozofları bu terimin kapsamını genişletmişlerdir. Örneğin Cicero için erdemlerine bağlı iyi bir insan iken, Cato için işini iyi yapan bir emekçidir. Bunun için bkz. Yunus Işık, Roma Hukukunda Bonus Vır (Kayseri: Kayseri Kadir Has Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2013), 6.

[14] Seneca, Mutlu Yaşam Üzerine- Yaşamın Kısalığı Üzerine çev. Çengiz Çevik (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2021), 6.

[15] Fatma Zehra Pattabanoğlu, ”Seneca’da Felsefe ve Ölüm”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi sy.22 (2015), 141.

[16] Çiğdem Dürüşken, Antikçağ Felsefesi, 316.

[17] Örneğin matematik, geometri gibi bilimlerin Helen dönemi bilim adamları tarafından detaylı incelenmesi o bilime olan tutku ve meraktan dolayı iken, Romalılarda bu daha çok, var olan matematik ve geometri bilgisin mimarlık ve mühendislik alanına evrilip kullanılması sebebiyledir.

[18] Seneca, Ahlaki Mektuplar, çev. Türkan Uzel, (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları 1992), 12. 24 Roma stoa felsefesi, bu anlayışla da Hristiyanlığın bir alt temelini oluşturur.

[19] Cengiz Çevik, Seneca’nın Naturales Quaestiones Adlı Eserinde Doğa ve Ahlak Anlayışı, (İstanbul: İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Yüksek Lisans Tezi, 2010), 40.

 

[20] Seneca, Mutlu Yaşam Üzerine- Yaşamın Kısalığı Üzerine, çev. Cengiz Çevik, 7. 27 Seneca, Ahlaki Mektuplar, çev. Türkan Uzel, 11.

[21] Nuran Kılıç, Marcus Aurelius’un Ahlak ve Siyaset Felsefesine Bir Bakış (Erzurum: Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Yüksek Lisans Tezi, 2008), 8.

[22] Arslan, İlkçağ Felsefesi Tarihi, 215.

[23] Bu düşünce stoa düşüncesinin temellerinden birisidir. Ancak Aurelius, bu düşünceyle aynı zamanda toplumun yaşadığı veya yaşayacağı sıkıntılara karşı isyan ve istikrarsızlık ortamını engellemekte istemiştir.

[24] Umberto Eco, Antik Roma, 394.

[25] Marcus Aurelius, Kendime Düşünceler, çev. Ceyda Eskin (İstanbul: Yankı Yayınları, 1974) 20 (II, XI) 33 Aurelius, Kendime Düşünceler, 45. (IV, XXVII)

Comments


bottom of page