Eski Çağ Türkistan’ında (M.Ö 2000- M.Ö 500) Atın Konumu, Atlı Savaş Arabası Geleneği, Kullanım Sahası ve Çağdaşları ile Karşılaştırılması
- Ahmet Türkoğlu
- 29 Ara 2024
- 18 dakikada okunur
Giriş
İnsanlık ortaya çıktığından bu yana daima birey olarak değil, bir kitle, sürü ve topluluk halinde yaşamını sürdürmüştür. Aristoteles’in de aktardığı üzere insan politik bir hayvandır. (Aristoteles, 2017, s. 159) Bir topluluk halinde avlanan, yine aynı şekilde ateş etrafında ısınıp eğlenen insanlık sadece kendi türleri ile iletişime geçmemiş, doğada bulunan yabanıl hayvanları ehlileştirerek kendisine dost ve yoldaş etmiştir. Ehlileştirilen hayvanların tümü insanların yoğun baskısı veya dayatmasıyla olmamıştır: Örneğin kimi hayvanlar (Köpek, Domuz) doğası gereği insan yerleşimlerinden çekinmemiş ve korkmamıştır. Bu durum ise ehlileştirmenin önünü açmıştır. (Baskıcı, 1998, s. 78) Ehlileştirilen diğer önemli hayvanlar ise koyun, keçi, sığır ve attır. Bu hayvanların ehlileştirilmesi avcı toplayıcılık yaşam anlayışından, daimî göçebelik veya konar-göçerlik hayatına da geçişi hızlandırmıştır.
Atın ehlileştirilmesi ise diğer hayvanlardan esasen farklılık göstermemiştir; lakin coğrafya etkeni tam olarak bu kısımda devreye girmektedir. Zira atın Mezopotamya coğrafyasındaki önemi ila Türkistan yani bozkır kuşağı coğrafyasındaki önemi ile aynı derecede değildir. Sonu görünmeyen geniş düzlüklerde hem sürülerin güdülmesi, hem de bir taşıt aracı olarak görülen at, ilerleyen yıllarda farklı formlarda kullanılarak yıkıcı bir savaş makinesine dönüşecektir; zira İskitlerin atlı savaş arabaları, Parthlar’ın dünya terminolojisine kazandırdıkları “Parthian Shot” terimi veya Hunların hem Çin sınırına hem de Orta Avrupa sahalarına at üzerinde hızlı manevra kabiliyetiyle kazandıkları kanlı, lakin bir o kadar da hızlı zaferlerinin hepsini bu savaş makinelerine borçludur. Bu konuya parmak basmadan evvel atın Türkistan bölgesindeki ehlileştirilmesinden ve ilk ortaya çıkış noktasından incelemeye başlamak daha doğru olacaktır.
1.Türkistan Sahasında Atın Ehlileştirilmesi
At, modern zamanlara kadar tarihin neredeyse her döneminde birçok coğrafyada kullanıla gelmiş temel ulaşım aracı olarak bilinir. Atın ehlileştirilmesi süreci insanlık tarihi kadar eski bir olaydır. Atların ehlileştirilmesi sürecine geçilmeden evvel, biyolojik evrim süreçlerine odaklanmakta fayda vardır. Modern atların biyolojik atası olarak düşünülen Equus’un ilk olarak Amerika’da bulunduğu ve oradan Avrasya’ya göçtüğü kanısı bilim camiasında yaygın kabul görüştür. Yaklaşık olarak 2-3 milyon yıl önce Bering Boğazının donması ve iri buz kütlelerinin oluşmasının doğurduğu imkanla Amerika kıtasındaki Equus’lar Asya kıtasına, oradan da diğer coğrafyalara yayılmış ve takriben 12-13 bin yıl önceleri nesilleri sona ermiştir. (Bahar, 2017, s. 8)Doğal seçilim yoluyla mı, yoksa olağan dışı bir av sürekliliği sebebiyle mi yok oldukları konusu hala tartışmalı olsa da, bu yabanıl at cinslerinin akrabası niteliğindeki diğer biyolojik at cinsleri, modern atların asıl atasını teşkil etmektedir. Günümüzdeki atların çoğunun atası olduğunu düşündüğümüz ve onlarla organik bir bağ içerisinde olduğu kanısına vardığımız temel iki çeşit at cinsi vardır. Bu cinsler: Przewalski ve Tarpan olarak bilinir. (Çoban, 2015, s. 139) Bu iki yabani at cinsinin de Türkistan sahasından, Kafkaslara oradan da Çin sınırına kadar birçok bölgede, tarih boyunca ehlileştirildiği görülmektedir.
Erken Eosen[1] devrinde ilk kalıntıları bulunan atların, memelilerin çoğaldığı orta ve geç Miyosen[2] devrinde zirveye çıktığı görülmektedir. 55 bin yıl kadar önce küçük bir orman hayvanı boyutunda olan atlar (Paleontologlar bu zamandaki at cinslerine Hyracotherium demektedir.), zamanla evrim geçirerek günümüz hallerini almıştır.
Atların biyolojik ve evrimsel süreçlerinden sonra, insan eliyle ehlileştirildiği coğrafyaya bakmak konu bağlamında çok önem arz etmektedir. Toplumlar, yaşadıkları coğrafyaya ve coğrafyanın onlara tanıdığı imkanlara göre şekil alan organizmalardır, örneğin; Levant bölgesinde yaşayan halklar, zamanla Dünya’nın ilk büyük kolonici krallığı olan Fenikelilere dönüşmüş ve ticarette Dünya’ya egemen olmuşlardır. (Guzzo, 2015, s. 18) Bir diğer örnek ise Nil deltasının bereketli kenarlarında medeniyetini inşa eden antik Mısırlılar pirinç, buğday, darı ve arpa yetiştiriciliği sebebiyle tarihin her döneminde tahıl ambarı olarak görülmüştür. Bakış açımızı bozkır halklarına doğru çevirecek olur isek, ucu bucağı gözükmeyen bozkır okyanusunda yaşayan bu kitleler yaşamlarını hayvancılık ve ticari bölgelerin kontrolü ile idare etmiştir. Bu bölgenin insanları için ucu bucağı gözükmeyen bozkırı aşmanın yegâne yolu, hayvanlı ulaşım araçlarıdır. Keşfedilen arkeolojik ve paleontolojik veriler neticesinde, bozkır halklarından olan İskitlerin M.Ö 6 bin yıl kadar evvel Deşt-i Kıpçak olarak bilinen sahayı aşmak için bir binek hayvanı kullandığını bilmekteyiz. (Çoban, 2015, s. 139) Atın insanlar tarafından ehlileştirildiği saha ise hemen hemen Ukrayna ve Rusya bozkırları olarak bilinmektedir. Bilim zümrelerinin bu konudaki büyük tartışmaları bugüne kadar gelmektedir. Batılı tarihçi ve paleontologların hipotezlerine göre at ve türevi uzun bacaklı memeliler, Fin-Ugor halkları tarafından ehlileştirildiği yönündedir. (Kafesoğlu, At, 1991, s. 26) Lakin bu görüş bilimselliğini kaybetmiş gibi durmaktadır; zira M.Ö 3 bin ortalarında bozkır halkları hali hazırda atlarıyla konar-göçer hayat yaşamakta olduğunu bilmekteyiz. Sonuç itibariyle, M.Ö 4000-3500 yılları arasına gelindiği zaman, modern anlamda bilinen atın evcilleştirildiğini paleontolojik ve arkeolojik verilerle kanıtlamaktayız. Evcilleştirilmeden evvel bir av hayvanı olan at, bu aşamadan sonra yük taşımadan, avlanmaya yardımcı olan araç, ulaşımdan, sürülerin kontrol edilmesine kadar günlük hayatın birçok noktasında gözükmeye başlamıştır.
Türklerin atası olarak bilinen Afenesyevo ve Andronovo kültür bölgelerinde M.Ö 3000’li yıllara dayanan mezarlarda ve çevrelerinde, ağızlarında demir gem izleri bulunan at iskeletlerine ulaşılmıştır. (Esin, 2017, s. 1319) Bu ve türevi kanıtlar bizlere atın ehlileştirilmesinde Türklerin rolünü göstermektedir. Türkler, Asya steplerindeki iki yabani at cinsini insanlığın hizmetine sunmuştur. Bu cinsler: Taki ve Tarkan olarak bilinir. Radloff’a göre; Takiler kısa, kalın kafalı hantal ve savaşlarda elverişsiz konumda bir at cinsidir. Bu cins atlar daha çok yük hayvanı olarak kullanıla gelmiştir. Tarkanlar ise uzun ince bacaklı, güçlü, küçük başı ve hızlı olmalarından dolayı savaşlarda binicilerine kazandırdığı hızlı manevra kabiliyetlerinden ötürü sık tercih edilen at cinsidir. (Radloff, 1976, s. 287) Proto Türkler sonu gözükmeyen bozkır coğrafyasında, bu hayvanlar sayesinde yaşam kalitelerini arttırmış ve konar-göçer yaşam anlayışı zaman içerisinde atların da katkısı ile yegâne yaşam biçimine evrilmiştir. Atlar, Ukrayna ve Türkistan civarında hemen hemen aynı yıllarda ehlileştirilse de, Mezopotamya’da M.Ö 2000’lerin sonunda aktif bir binek hayvanı konumuna ulaşmıştır.
2. Savaş Arabası Teknolojisinin Gelişimi ve Atların Savaşlardaki Önemi
Savaş ve egemenlik düşüncesi üzerine düşünüldüğü zaman kutsal kitaplar ki onları tarihsel bir kaynak alacak olursak (Eski Ahit, Yeni Ahit ve Kur’an-ı Kerim), bu düşünceleri insanlığın yaradılış fıtratına indirgemiştir. İnsanlık tabiatı sebebiyle daima kendi türü içerisinde bir mücadele haline düşmüş durumdadır, öyle ki bu mücadele kardeşler arasında dahi görülmüştür. Tanah’a göre, Âdem peygamberin oğulları arasında yaşanan Tanrı’ya kurban verme kavgası daha sonra kardeş katliyle sonuçlanmış ve Kabil kardeşi Habil’i öldürmüştür.[3] Kutsal kitaplara göre yaşanan bu trajedi, insanlık tarihinde daima sürecek olan, toplumların birbirlerine karşı üstün gelme çabasının bir başlangıcı olarak görülmüştür.
Bu düşüncelere Marksist perspektiften bir bakış atacak olur isek, toplulukların artık bir toplum olmaya başladığı ve özel mülkiyet kavramının ortaya çıktığı eski çağlarda merkeziyetçi yapıların birbirleriyle olan mücadelesinin bir evrimi olarak görmekteyiz. Tarım kültürü ile yerini ve arazisini koruma gayesi içinde olan toplumlar ferdiyetçi veyahut ilkel kabileci mantığından uzaklaşarak, kümülatif bir hareket izleme gayesi içinde olmuşlardır.[4] Bu gaye ise egemenlik sınırlarını genişletme veya var olan bu sınırları koruma ikilemi üzerine sonsuz bir sarmala düşmüştür.
İnsanların birbirleriyle olan ve süreklilik arz ederek modern dönemlere kadar gelen kavga ortamı ilkel toplumlarda boyut değiştirerek kitleler arası bir hal kazanmış ve bu durum ilkel savaşları doğurmuştur. Yapılan bu savaşlar, çağlar geçtikçe ve toplumların coğrafyalarındaki madenleri (Demir, Tunç vb.) keşfedip, işleyip ve etkin bir şekilde savaş meydanlarında kullanmasıyla başka bir forma evrilmiştir. Örneğin Türkistan sahasında MÖ 1400’lerden bu yana demir madeninin işlendiği, sosyal ve askeri hayatta kullanıldığı bilinmektedir. (Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, 1989 , s. 212) Hemen hemen aynı tarihlerde, Truva bölgesinde (Modern Çanakkale) yaşanan Akhalar ile Truvalıların savaşında demir madeninin daha keşfedilmediği, sonuç itibariyle kullanılmadığı Homeros’un İlyada’sında açıkça gözlemlenmektedir.[5] Bu veriler bizlere savaş teknolojisinin coğrafyalara göre değişim gösterdiğini ve toplumların üzerinde yaşadığı coğrafyanın faziletlerini de savaş alanlarına yansıttığını göstermektedir.
Toplumların savaş gelenekleri ve alışkanlıkları sadece metalurjik gelişmelere bağlı kalmamıştır. Dünya savaş tarihini değiştiren çok mühim birkaç gelişmelerden birisi de atın savaş meydanlarında boy göstermesidir. Atlar ehlileştirilmesinden yıllar sonra savaş meydanlarının başat aktörü konumuna yükselmiştir. Zira savaş içerisindeki manevra kabiliyetleri, ortalama bir insana göre daha iri yapıda olmalarından mütevellit korkutucu bir unsur olmaları ve üzerinde taşıdığı savaşçıya ekstra savunma avantajı sağlaması bunun en büyük kanıtı niteliğindedir. Atların savaş alanlarındaki bir diğer önemli faktörü ise hareketli menzil savaş tekniğini savaş literatürüne kazandırmış olmalarıdır. Bu savaş tekniği antik çağdan, modern zamanlara kadar büyük imparatorluklar tarafından etkili şekilde kullanılmıştır. Ancak ata binmek ve atların bir binek hayvanı olarak savaşlarda kullanılması hemen olmamış, evvela arabalar ile birlikte savaş meydanlarında baş göstermişlerdir.
Savaş arabalarının ortaya çıkması atların ehlileştirilmesinden sonra olmasına rağmen savaş arabaları, savaş stratejilerinde süvarilerden daha önce kullanılmıştır. (Çınar, 2022, s. 421) Bunun temel nedenlerinden birisi, tekerleğin icadından bu yana yük taşımak için ilkel arabaların kullanılıyor olmasıdır. Sosyal hayatta görülen bu gelişmenin, daha sonra kendisini askeri hayatta da göstermiş olması kuvvetle muhtemeldir. (Çınar, 2022, s. 421) Coğrafyalara göre farklılık gösterse de savaş arabaları MÖ 4.000- 3.000 yılları arasında savaş meydanlarında farklı gayelerle kullanılmıştır. Savaş arabaları Mezopotamya’da önceleri atsız olarak çekilmiştir. Atlardan evvel eşek, öküz, katır ve merkep gibi hayvanlar kullanılmış, ancak MÖ 2000’li yıllardan sonra at kullanılagelmiştir. Asya ve bozkır coğrafyasına bakacak olursak İskitler, Sarmatlar ve Hunlarda araba kullanımının çok eskiye kadar dayandığı görülmektedir. Türkler, konar-göçer yaşamın da getirdiği şartlarından dolayı, arabaları hayatlarının önemli bir yerine koymuştur.[6] Öyle ki Türkler, araba manası taşıyan Kölüngü deyişine çok eski zamanlardan beri sahiptir. (Öğel, 2022, s. 403) Dîvânu Lugâti’t-Türk’e göre Kölük yük hayvanı için kullanılan bir deyiştir ve Kölüngü’de bu deyişten türetilerek oluşturulmuştur. (Mahmud, 2005, s. 321) Yine Uygurlar’da Mahayana[7] ve Hinayana[8] olarak addedilen iki farklı çeşitte arabalar bilinmektedir. Türklerin kullandığı diğer araba türlerine örnek verecek olursak: Kağnı, Telegen/Tergen, Kaçka ve Koçu gibi çeşitler gösterilebilir. (Öğel, 2022, s. 404) Bu örneklerden anlaşılacağı üzere Türkistan ve Doğu Asya’daki Türk kitlelerinin araba ile hemhal olduğu apaçık ortadadır. Örneğin İskitlere bakacak olur isek, göçlerini yaparken iki tekerlekli ve iki attan müteşekkil at arabalarının olduğunu görmüş oluruz ve bu arabaların sadece sosyal hayatta değil, askeri hayatta da aktif bir şekilde kullanıldığı görülmektedir. Arabalara bindirilen askerlerin sürekli ok atışlarıyla düşmanlarına karşı savaştığı düşünülmektedir. Burada ise önemli bir soru doğmaktadır. Mezopotamya’daki savaş arabalarına genellikle iki asker bindirildiği bilinmekte, askerlerden birinin arabayı sürmesi, diğerinin ise savaşması beklenmektedir. Ancak İskitlerin hayatında atın yeri, çocukluktan bu yana verilen atlı eğitimler ve at kullanımı için tasarlanan elbiseler düşünüldüğünde bu durumun, bu toplum içinde böyle mi cereyan ettiği sorusu akıllara gelmektedir. Zannımca İskitlerin savaş dönemlerinde savaş arabalarını kullanma sıklığı, Mezopotamya’daki çağdaşları kadar sık olmamalıdır. Zira Kul-Oba adı verilen bir İskit kurganından çıkartılan vazoda, İskit askerlerine ait çizimler bulunmaktadır. Bu çizimlerde askerlerin üzerlerine uzun ceketler, altlarına pantolonlar ve ayaklarına ise botlar giydiği görülmüştür. Bu veriler göze alındığında, bu kişilerin ata herhangi bir vasıta gerekmeksizin bizzat bindiğini düşünmekteyiz.[9] (Çalış, 2017, s. 50) Bu vesileyle İskitlerdeki atlı araba kültürü savaş aracından daha ziyade, konar-göçer hayatın getirdiği sürekli hareket halinin bir meyvesi olan göç etme ve göç sırasındaki yükleri taşıma gayesi olmalıdır.
Hun tarihinde araba kültürüne bakacak olursak, yine İskitlerde olduğu gibi ev-araba bağdaşıklığı karşımıza çıkmaktadır. Hun imparatorluğunda sosyal yaşamın büyük bir kısmını oluşturan konar-göçer hayat anlayışı, sürekli olarak belirli yerlerden (yaylak), belirli yerlere (kışlak) göçü zorunlu kılmıştır. Bu bilgiden yola çıkarak, kitlelerin göç ederken arabalı çadırlar kullandığı ve İskitlerde olduğu gibi göç etmeyi kolaylaştırması amaçlandığı bilinmektedir. Çin kaynakları hem Hunlar hem de Göktürkler için “ev yerine kullanılan keçe arabaları vardır” demiştir. (Öğel, 2022, s. 393)
Arabalar, anlaşılacağı üzere Asya ve bozkır sahasında çok eski zamanlardan beri kullanılagelmiştir. Perspektifimizi sarı ırmağın Güneyine çevirecek olursak, karşımıza Çin araba geleneği çıkacaktır. Lakin Çinlilerin savaş arabası veya araba geleneğini hangi kültür ailesinden aldığı, veyahut kendi keşiflerimi olduğu konusu tartışmaya açık durumdadır. Kimi tarihçilere göre Çinlilerin bu icadı benimsemesinde, kuzeyinde yaşayan Türk ve Moğol kavimlerinin rolü büyüktür.[10] Çin kaynaklarına göre MÖ 2.000 yıllarından itibaren Çin’in kuzeyindeki kavimlerin (Moğol ve Türk kitleleri) arabalı evlerle seyahat ettikleri bilinmektedir. Yine İskitlerin hemen hemen aynı yıllarda at, katır ve öküz gibi hayvanları kullanarak arabalarla göç ettiklerini bilmekteyiz. Anlaşılacağı üzere gelişen bu teknolojiye karşı Çinliler de geri durmamış ve bu gelişmelerden sosyal ve askeri yaşantılarında yararlanmışlardır. Öyle ki Çin’de MÖ 1450-1050 yılları arasında hüküm sürdüğünü bildiğimiz Şang hanedanı zamanında, Çin ordusunda savaş arabaları sınıfı bulunduğunu bilmekteyiz. Bu askeri sınıf, çağında o kadar işlevsellik kazanmış olacak ki, diğer Çin derebeylikleri de kendi savaş arabalarından müteşekkil ordular oluşturmuşlardır. (Öğel, 2022, s. 391) Neredeyse tüm askeri taktikler yeni savaş arabaları düzenine göre geliştirilmiştir. Şang hanedanlığı döneminde, MÖ 1200 yıllarına gelindiği zaman Anyang savaş arabası modeli geliştirilmiş ve savaşlarda aktif olarak kullanılmıştır. (Mızrak, 2020, s. 2403) Zamanla savaş arabalarına sahip olmak Şang hanedanlığı içerisinde bir statü aracına dönüşmüş, böylelikle Çin içerisinde yerel aristokrat sınıf doğmuştur. (Öğel, 2022, s. 392) Bu derebeylikler ve krallıklar arabalarına koşturmak için atlarını ise kuzeyden, yani Türk ve Moğol coğrafyasından temin etmişlerdir. Ancak çok geçmeden savaş arabalarının önce kullanımı azalmış ve sonunda askeri sahada neredeyse görülmemiştir. Bunun temel sebeplerinden birisi, Çinlilerin karşılaştığı düşman gruplarının, savaş arabalarından daha hızlı ve daha esnek bir askeri yapıda olmasıdır. Türk ve Moğol kavimlerinin ata bizzat binerek savaşlarda daha etken olması, Çinlileri de bu tarzda bir ordu oluşturmaya itmiştir. Böylelikle Çin tarihinde savaş arabaları kullanımı da son bulmuştur.
Mezopotamya’daki savaş arabası geleneğine bakacak olursak, Sümerlere ait olan Ur kraliyet mezarlarında ortaya çıkartılan kabartmalarda açıkça savaş arabası tasviri görürüz. (Gür, 2021, s. 677) Bu tasvirler de açıkça gözlemlenen şey dört at veyahut merkep tarafından çekilen arabalardır. Bu arabalar esasına aktif savaşlarda kullanıma çok elverişli değildir. Zira çok ağır olmalarından mütevellit işlevsellik konusunda isteneni karşılamamaktadır. Sümerliler döneminde bu arabalar savaşlardan ziyade psikolojik harp makinesi olarak görülmelidir. Arabanın büyüklüğü, hayvanların çıkardığı sesler ve tekerleklerin altında ezilme ihtimali göze alındığında, düşman ordusu için karşıdan gelen bu yapı ciddi bir caydırıcı güç olarak görülmektedir. Nardo’ya göre tasvirlerdeki arabaların ağırlığı düşünüldüğünde, bu arabaların yegâne amacının savaşlarda kullanılması olduğu yönündeki düşünceler mantıksız gelmektedir. (D., 2009, s. 59) Kralların savaş sonraları düzenlediği zafer alaylarında, halkı selamlamak üzere atlı arabalara binmiş olma ihtimali de göz ardı edilmemelidir. Zira şöhret ve askeri başarı sonrası kazanılan prestijin görkemli bir geçit töreniyle tertip edilmesi, eski çağın en sansasyonel olaylarından birisi olarak görülmektedir. Bu vesileyle atlı arabaların da bu meydanlarda boy göstermesi kuvvetle muhtemeldir.[11]
Araba kullanma geleneğinin Anadolu’daki en büyük temsilcisi ise Hititler olmuştur. Hititler, Hattuşaş başkent olmak üzere, zirve döneminde (MÖ 1460-1190) Anadolu’da siyasi istikrarı sağlamış ve bu istikrarın kalıcı olması için birçok coğrafyada savaşlar vermiştir. Hititlerde araba kullanımı, krallığın kurulmasından önceye kadar gitmektedir. Bölgenin en güçlü kralı olan Kussara kralı Anitta MÖ 1750 yılında mağlup ettiği Prushanda krallığının 40 kadar savaş arabası olduğunu söylemiştir. (Öztürk S. , 2023, s. 170) Buradan anlaşılmaktadır ki Anadolu’da savaş arabası geleneği Hititlerden önce de, sonra da çok sık kullanılmıştır. Yine diğer Anadolu krallıkları olan Hurri,[12] Arzava,[13] Ahiyyava[14] ve Kaşka[15] krallıklarında da savaş arabası kullanılmıştır. Hatta Hurriler’deki at yetiştiriciliği bölgenin atlı ordu geleneğinin bir başlangıcını teşkil etmiştir. Hititler ise Yakındoğu’da bu askeri teknolojiyi en işlevsel kullanan krallıklardan birisi olmuştur. Hitit kralı I. Hattuşili (MÖ 1650-1620) Ursu kentini kuşatırken yaklaşık 80 kadar savaş arabası kullanmıştır. (Öztürk S. , 2023, s. 170) Hitit ordusunda savaş arabası kullanmak fazladan meziyet gerektirdiği için, ordunun savaş arabaları sınıfı elit birlikler kategorisine girmiştir. Savaş arabaları kullanmak sadece meziyet işi değil, aynı zamanda pahalı bir uğraştı; zira atın bakımı, arabaların dingillerinin ayarlanması ve aracın sağlamlık testleri gibi gereklilikler büyük maddi imkanları olanlar tarafından karşılanabildiği için, Hitit ordusundaki savaş arabası sürücüleri toplumun refah içerisinde yaşayan kesiminden oluşmaktaydı. Hitit savaş arabaları temelde iki kişi tarafından idare edilmekteydi. Bir askerin arabayı sürmesi beklenirken, diğer askerin elinde tuttuğu mızrak ile düşmana saldırması beklenirdi. Ancak zamanla arabaya kalkan taşıyan bir asker daha bindirilerek savaş arabalarının savunması daha da güçlendirilmek istenilmiştir. (Gür, 2021, s. 679) Böylelikle savaş arabalarında üç binicili dönem başlamıştır. Üç binicili savaş arabaları Kadeş rölyeflerinde de sıkça göze çarpmaktadır. (Gür, 2021, s. 679) Hitit savaş arabaları kuşatmalardan, cebri yürüyüşlere ve hatta şok saldırılarına kadar birden farklı askeri operasyonlarda kullanılmıştır. Hititler, savaşlarda arabaların kötü ruhların gazabına uğramaması için bir dini ritüel dahi geliştirmişlerdir. Hitit koruyucu tanrısı olan Pirinkir adına düzenlenen bu dini ritüeller, arabaları çeken atlara kötülük bulaşmaması, manevra kabiliyetlerini kaybetmemesi gibi nedenler için yapılmıştır. (Öztürk S. , 2023, s. 170) Bu gibi ritüeller açıkça göstermektedir ki Hitit ordusunun elit, güçlü ve efektif sınıfı savaş arabalarıdır ve onların varlığı düşman halklar için caydırıcı bir tehdittir.

Hititlerin, çağındaki en büyük düşmanı olan antik Mısırlılar da savaş arabaları kullanmıştır. Antik Mısırlılar hem iç savaşlarda hem de dış savaşlarda savaş arabalarından efektif şekilde yararlanmıştır. Antik Mısırlılar Nil nehri haricinde çok sulak toprakları olmadığı için, at yetiştiriciliğinde yetersiz kalmış ve genellikle at arabası yapımındaki ham maddeleri dışarıdan ithal etmişlerdir. Bu dönemde Fenike odunu sıkça kullanılan hammadde konumundadır. Antik Mısırlılar, savaş arabalarını maksimum hafiflik anlayışına göre tasarlamışlar, hatta tekerleklere giden aks bağlantılarını Hititlerdeki gibi ortada değil, daha arka noktada birleştirmişlerdir. (Gür, 2021, s. 683) Antik Mısırlılarda en erken savaş arabası kullanımı XVII. hanedanlığın son kralı olan Kamose döneminde görülmektedir. Yine Mısır yıllıkları bize III. Thutmosis’in (MÖ 1497-1425) Ortadoğu seferlerinde savaş arabalarını kullandığını bildirmektedir. Thutmosis’in Kadeş kralı ile yaptığı savaşta, savaş arabalarıyla yaptığı hızlı akınlarla düşman ordusunu mağlup ettiği bilinmektedir. (Tyldesley, III. Thutmosis, 2021)Savaş arabalarını etkili kullanan bir diğer Mısır firavunu ise II. Ramses’tir (MÖ 1290-1224). II. Ramses çok erken yaşta Mısır tahtına çıkmış ve Thutmosis’in orduda yaptığı reformların meyvesini yemiştir. Antik Mısır ordusu, II. Ramses çağında Yakındoğu’nun en güçlü orduları arasında idi. Bu dönemde antik Mısırla Hititler arasında patlak veren Kadeş savaşı, dünya savaş literatüründe yer edecek türdendir. MÖ 1274 yılında cereyan eden bu savaşta, savaş arabaları adeta savaşın kırılma noktasını oluşturmuştur. II. Muvatalli önderliğindeki Hitit ordusu, antik Mısırlıların Amon ve Ra adındaki elit birliklerine ani bir savaş arabası saldırısı gerçekleştirmiş ve böylelikle Mısır ordusunu yarmıştır. (Tyldesley, II. Ramses, 2021, s. 37) II. Ramses, bu hücuma karşı bir saldırı ile cevap vermiş ve savaşta durum dengelenmiştir. Savaş sürüncemede kalınca, iki büyük krallık arasında belgelenen en eski barış antlaşması olan Kadeş antlaşması MÖ 1274 yılında imzalanmıştır. Bu veriler ışığında antik Mısırdaki savaş arabası geleneğine bakılacak olursa, kendi icat ettikleri teknikle savaş arabası üreten antik Mısırlılar, bu arabalar vesilesiyle Yakındoğu’nun en güçlü askeri birliklerini oluşturmuşlardır denebilir.
Savaş arabalarını askeri sahada kullanan bir diğer eskiçağ krallığı ise Asurlardır. II. Sargon zamanında at yetiştiriciliğinin ve atların ordudaki işlevinin artması ile ordudaki savaş arabaları sınıfı da gelişmiş ve değer kazanmıştır. (Sarıca, 2018, s. 290) Ancak daha sonraları binicilik yetisinin gelişmesi ile beraber Asur savaş arabaları, savaş meydanlarında gözükmemiştir. Bozkır halklarından öğrenilen binicilik yetisi, diğer coğrafyalarda olduğu gibi Asur bölgesinde de savaş arabaları kültürünün sonunu getirmiştir.
2.1 Süvari Geleneğinin Atlı Arabalara Karşı Üstünlüğü
Eskiçağlarda gerçekleşen savaşlarda, savaşın gidişatını değiştiren olay ve etkenler modern dönemlerdeki gibi farklılık göstermemiştir. Yaşanan savaşların gidişatı modern dönemlere kadar hemen hemen aynı unsurlarla değiştirilmeye çalışılmıştır. Bunlar mancınık, koçbaşı, süvari ve üzengi gibi bir takım askeri unsurlardır.[16] Konumuz bağlamına dönecek olursak, atların savaşlarda binek hayvanı olarak kullanılması, yani atlı asker (süvari) sınıfının oluşması dünya savaş terminolojisine bozkır kavimlerinin bir armağanıdır. Yukarıda da aktardığımız gibi bozkır yaşam koşulunun getirdiği ulaşım probleminin, sürekli konar-göçer hayatın getirdiği ekonomik yaşamın ve hayvancılık kültürünün doğurduğu sürüyü kontrol etme amacının sonucunda at, bu coğrafyalarda (step/bozkır) yaşayan halklar için bir kurtarıcı vazifesi görmüştür. Kaşgarlı Mahmud Türklerin at ile olan münasebetini şu şekilde özetlemiştir: “Kuş kanadın, er atın”. (Mahmud, 2005, s. 157) Bu sözün manası esasen kuş amacına/hedefine kanadıyla, er ise atıyla ulaşır anlamındadır. Kısaca at Türk’ün kanadıdır demek istemiştir. Atın Türk tarihindeki önemine vurgu yapan bir diğer kaynak ise Orhun abideleridir. Orhun Abidelerinde atların kahramanlıkları, renkleri, cinslerinden bahsedilmiş hatta Kültiğin’in bindiği atlara verilen özel isimlerden dahi bahsedilmiştir. (Durmuş, 2019, s. 54) Osman Turan ise bu gelişmeyi şu sözleriyle açıklamıştır:
“Türklerin tarih sahnesinde cihan hakimiyeti mefkuresi ile çıkışlarında da ilk amilin manevi değil askeri kudretin rol oynadığı, onun doğurduğu mefkurenin de maddi kudreti geliştirdiği muhakkaktır. Maddi sahada ilk göze çarpan unsur at olmuştur. Gerçekten atın Orta-Asya ovalarında ehlileştirildiği ispat edilememiş ise de bu hayvanın, ilk defa olarak, bir savaş vasıtası haline getirilmesi ve okçu süvari ordularının meydana çıkışı Türklerin eseri olmuş ve askeri üstünlükleri de bu sayede sağlanmıştır.” (Turan, 2003, s. 131)
Osman Turan’ın da aktardığı gibi Türkler ve diğer bozkır halkları yaşam koşullarının doğurduğu atlı sosyal yaşam kültürünü askeri sahaya da yansıtmış, böylelikle alt edilmesi zor bir askeri sınıf doğmasına olanak sağlamışlardır. Atlı askerlerin hızlı manevra kabiliyetleri ve karşısındaki düşman grubun atı yalnızca araba ile kullanıyor ve süvarilerin temposuna yaklaşamıyor olmaları sürekli olarak ağır bozgunlarla sonuçlanmıştır. (Turan, 2003, s. 132) Papalık elçisi Plano Carpini, Moğol hakanını görmek ve Papa’ya ait mektubu teslim etmek için 1246 yılında Karakurum’a bir seyahat düzenlemiş ve bu seyahati esnasında bozkır kitlelerinin at yetiştiriciliği, sosyal hayattaki atın yeri ve önemi hakkında şu sözleri söylemiştir: “Hayvanların fazlalığı bakımından onlar son derece zengin insanlardır; hayvanları başlıca deve, sığır, koyun ve keçidir; atlarına gelince, o kadar çok atları var ki, dünyanın geri kalan kısmında o kadar çok sayıda at bulunduğunu sanmıyorum”. (Sümer, 1983, s. 2)
Görüleceği üzere bozkır halklarının at ile olan münasebeti, farklı coğrafyalardan gelen kimseler için şaşkınlıkla karşılanmıştır. Bu konuya bir diğer örnek ise MÖ 100 yılı civarı yaşamış olan Çinli bir generalin, Hun saflarına katılmasından sonra kaynaklara geçen konuşması verilebilir.
“Wei-lü; Ey Su-wu! Ben daha önce Çin’e hizmet etmiştim. Ondan sonra da Hunlara döndüm. Bundan sonra burada çok iyi ağırlandım. Lütuf gördüm. Bana bey ünvanı verildi. Ayrıca birkaç on bin köle, bir dağ dolusu at ve diğer başka hayvanlar verildi. Bunun için ben şu anda çok zengin ve rahatım. Su-wu sen bugün teslim olursan yarın sen de böyle olursun. Yoksa cesedin çayırlara boşu boşuna gübre olur. Ayrıca kim senin ne olduğunu bilecek?” (Öztürk M. , 2014, s. 948)
Bu bilgiden de anlaşılacağı üzere, Türklerin at yetiştiriciliği ve sahip oldukları atlar göze alındığında, atlı ordu yapısının ve atlı yaşam anlayışının toplumda ne kadar hâkim olduğu açıkça gözlemlenmektedir. Bu gözlem edebiyatında da sıkça karşımıza çıkmaktadır. Köroğlu’nun şu şiiri konumuz bağlamında çok güzel bir özet teşkil eder:
Canım Kırat gözüm Kırat, kaçıp çekilip gidelim
Her yanında çifte kanat, uçup çekilip gidelim
Budur Kırat’ın durağı, bilmez yakını ırağı
Ab-ı kevser’dir sulağı, içip çekilip gidelim. (Köroğlu, 2004, s. 56)
Sonuç itibariyle bozkır halkları ve bunların başında da Türkler, sosyal hayatlarının her alanında karşılarına çıkan at figürünü zaman içerisinde savaş meydanlarına yansıtmış, böylelikle Asya kıtasından, Avrupa kıtasına kadar tüm coğrafyayı atlarının altında çiğnemişlerdir. Mete, Bumin, Bilge, Cengiz ve Timur gibi nice cihangirler bu sosyal ve askeri yaşamın birer meyvesidir.
Perspektifimizi yine batıya yani Mezopotamya’ya çevirecek olursak, Pers imparatorluğunun da tıpkı bozkır halklarına benzer savaş mekanizmalarının olduğunu görürüz. Persler, kral Kyros döneminde atlı okçularını atlı savaş arabalarını ve süvarilerini hem Doğu seferlerinde hem de Batı seferlerinde aktif olarak kullanmıştır. Persler, iç İran bölgesine kuzeyden indiği düşünülürse, menşei itibariyle özünde bir bozkır halkıdır ve yerli İran halkıyla zamanla karışmıştır. Bu açıdan bakıldığında atlı savaş düzenine ve at biniciliği konusunda Yunanlılardan üstün olmalarına şaşırmamak gerekir. Bir diğer örnek ise Perslerden sonra bölgenin yegâne gücü konumuna yükselen Parthlardır. Parthlar da tıpkı Persler gibi özünde bir kuzey halkı olup, başta tüm İran’a, daha sonra ise Armenia ve Suriye’ye hakim olmuş ve hakimiyet mücadelesinde Romalılar ile sürekli savaşlar vermiştir. Bu savaşların en meşhuru ise MÖ 53 yılında cereyan eden Carrhae savaşıdır. Carrhae savaşı süvari birliklerinin, merkez piyade ordularına karşı nasıl üstün geldiği konusunda adeta bir ders niteliğindedir. Savaş bugünkü Harran bölgesinde meydana gelmiş ve Romalılar için büyük bir mağlubiyetle sonuçlanmıştır. Romalıların ordusunun büyük bir kısmı piyade ağırlıklı iken, Parthların ordusu atlı okçulardan meydana gelmiş ve hızlı manevraları sayesinde Roma ordusunun etrafında sürekli olarak turlayarak onları ok yağmuruna tutmuşlardır. (Demir, 2018, s. 243) Romalıların savunma sistemi olan Testudo[17] (Kaplumbağa) bu ok yağmuruna daha fazla dayanamayarak dağılmış ve Roma Legatus[18]’u Crassus da dahil olmak üzere birçok üst rütbeli Romalı Parthlara teslim olmuştur.
Sonuç
At, insanlar tarafından ehlileştirilmesinden sonra sosyal, askeri ve ekonomik başta olmak üzere birçok sahada görülmüştür. Toplumların egemenlik alanını genişletmek adına birbirleriyle girdiği savaşlarda at zamanla çok sık şekilde kullanılmaya başlanmıştır. At biniciliğinin gelişmediği ilkel zamanlarda atlar ve benzeri memeli hayvanlar arabalarla beraber olmuş, lakin coğrafyanın sağladığı imkanlara göre kimi bölgelerde arabalar ve savaş arabası kültüründen hızlıca vazgeçilmiştir. Bozkır kitleleri için araba, daha ziyade yük taşımanın kolay bir yolu iken, eskiçağ yakındoğu’sunun erken ve orta dönemlerinde (MÖ 3.000 ila MÖ 1000) savaşların vazgeçilmez unsurlarıdır. Bozkır kitlelerinin yaşam şartlarını kolaylaştırması açısından at, sadece bir hayvan olarak görülmemiş edebiyat, deyiş ve mitolojilerinde sıkça kullanılan bir figür haline dönüşmüştür. Bozkır halkları giyim ve kuşamlarını dahi at sürmeyi daha konforlu hale getirecek şekilde tasarlarken, Mezopotamya’daki çağdaşları bu tarz bir yaşama yüzlerce yıl sonra geçecektir. Sonuç itibariyle Türkistan ve doğu Asya’daki bozkır halkları için at arabası savaş stratejisinden ziyade, sosyal ve ekonomik hayatı kolaylaştıran bir unsur iken, Mezopotamya’daki uluslar için at arabaları savaşların kaderini değiştiren bir silahtır. Hangi stratejinin birbirine daha üstün geldiği sorusu sorulduğunda ise ata bizzat binen bozkır halklarının, at arabası stratejisi ile ilerleyen kavimler üzerine açık ara bir üstünlüğü gözükmektedir. Zira unutulmamalıdır ki savaş arabalarını en etkili kullanan Hititler kuzey bozkır kavimleri tarafınca, yine savaş arabalarını sıkça ordusunda bulunduran Asurlular ise İran’a kuzeyden gelen Med akınları tarafınca yıkılmıştır.
[1] Eosen, genel olarak 54 milyon yıl ila 33 milyon yılları arasını kapsayan dönem için kullanılan jeolojik bir zaman dilimidir.
[2] Miyosen, takriben 23 milyon yıl ila 5,3 milyon yılları arasını kapsayan jeolojik zaman dilimidir.
[3] Tevrat’ın Yaradılış kısmındaki, 4. bölümünün, 8. kısmında bu ölüm detaylı şekilde anlatılmıştır.
[4] Bu duruma en iyi örnek olarak Çatalhöyük verilebilir. Çatalhöyük sakinleri evlerine damlardan girerek minimum zafiyet amaçlamışlardır. Oluşturdukları sitelerin dış duvarları adeta bir sur görevi görmüştür.
[5] Homeros’un İlyada’sında birçok yerde Tunç’tan silahlar, zırhlar vb. şeylerden bahsedilmiştir. Buna bir örnek verecek olursak: “Onları böyle görünce bir şaşkınlıktır aldı atları iyi süren Troyalılarla Tunç zırhlı Akhaları.” Homeros, İlyada, 3, 340.
[6] Konar-göçer hayatın getirdiği sürekli seyahat zorunluluğu, seyahatin yoruculuğunu minimum düzeye düşürmesi yönünde bir evrim geçirmiştir denebilir. Zira yerleşik hayata geçen toplumlarda Tüccar sınıflar ve askerler hariç lokasyon değiştirme pek sık yapılan bir aktivite değildir.
[7] Büyük araba manası taşımaktadır.
[8] Küçük araba manasına gelmektedir.
[9] Bu veriler içerisinde en önemli yer tutanı, askerlerin pantolon giymesidir. Zira pantolon at sırtında yaşayan bir insan için en konforlu giysidir.
[10] Örneğin her ne kadar tezleri günümüzde ağır tartışmalar içerse de Prof. Eberhard, Çinlilerin atlı araba kültürünü Türk ve Moğol kavimlerinden aldığını düşünmekte idi. Bu düşüncelerini şu sözleriyle özetlemiştir: “Bu eski Çin hanedanları, sonradan daha çok at beslemeğe başladılar. Bunların kuzeyden, Türk kavimlerinden gelmiş olmaları kuvvetle muhtemeldir. Çin’e at besleme geleneği ile birlikte, savaş arabası seklindeki arabalar da gelmiştir. Araba da bir Çin icadı değildir. Herhalde kuzeyden, Türk kavimlerinden gelmiş olmalıdır.” Görüleceği üzere Eberhard açıkça Çin atlı araba geleneğini Türk kitlelerini etkisiyle olduğunu düşünmektedir.
[11] Roma imparatorluk ve cumhuriyet dönemlerinde askeri liderlerin kazandıkları başarılar için ödüllendirilmesi bir gelenek haline dönüşmüş ve Trimphus adı verilen zafer alayları düzenlenmiştir.
[12] MÖ 3 bin yılları ila MÖ 7. Yüzyılları arasında yukarı Dicle havzasında yaşadığı bilinen Yakındoğu krallıklarından birisidir. Daha fazla bilgi için Bkz. Balkaya, Tuncer. (2009) Hurri-Mitanni Devleti, (Yüksek Lisans Tezi). Gazi Üniversitesi. Ankara.
[13] MÖ 15 ve 14. Yüzyıllarda Batı Anadolu bölgesinde gücünü zirve noktasına taşıyan eskiçağ krallıklarındandır. Dor göçleri ile yıkıldığı düşünülmektedir.
[14] MÖ 2 bin yıllarında Batı Anadolu’da yaşadığını bildiğimiz eskiçağ krallıklarındandır. Daha fazla bilgi için Bkz. Ay, Şeyma. (2010). Ahhiyava-Hitit İlişkileri ve Ahiyavalıların Batı Anadolu’daki Faaliyetleri ODÜ Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi 1, (sy. 1), 27-37.
[15] Hititlere karşı sürekli akın yapan, eskiçağdaki Orta ve Batı Karadeniz halklarındandır.
[16] Üzengi gibi askeri teknolojiler Avrupa’ya genellikle Türk veya diğer step halkları tarafından sokulmuştur. Örneğin üzengi batı Avrupa’ya Avarlar sayesinde girmiştir. Daha fazla bilgi için Bkz. Maksud, Ferhad ve Muradaliyev, Rahmani. (2020). Göktürkler ve Üzenginin Yayılması Üzerine, Genel Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi 2” (sy. 4), 287-302.
[17] Bu savunma sistemi temelde öndeki lejyonerlerin kendi önünü kapatması, arkadaki lejyonerlerin ise öndeki lejyonerlerin kafasını koruması için kalkanıyla kaplaması şekilde işlemektedir.
[18] Lejyonlardan oluşan Roma ordusunun en yüksek rütbeli komutanına verilen addır.
KAYNAKÇA
Aristoteles. (2017). Politika. (Ö. Orhan, Çev.) İstanbul: Pinhan Yayınları.
Ay, Ş. (2010). Ahhiyava-Hitit İlişkileri ve Ahiyavalıların Batı Anadolu’daki Faaliyetleri. ODÜ Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 1(1), s. 27-36.
Bahar, H. (2017, Agustos). Gemden Üzengiye Atın Serüveni. Uluslarası Türkoloji Çalışmaları Konferansı, (s. 1-10). Roma.
Balkaya, T. (2009). Hurri-Mitanni Devleti. Ankara.
Baskıcı, M. (1998). Evcilleştirme Tarihine Kısa Bir Bakış. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 53(1), s. 73-94.
Çalış, S. M. (2017). Karadeniz'in Kuzeyinde Yer Alan İskit Kurgan Buluntularındaki Savaş Betimlemeleri. KSÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 14(1), s. 42-60.
Çınar, B. (2022). Antik Çağ’da Dört Ordu Sınıfı: Savaş Arabaları, Piyadeler, Süvariler ve Savaş Filleri. OANNES – Uluslararası Eskiçağ Tarihi Araştırmaları Dergisi, 4(2), s. 417-448.
Çoban, H. (2015). İlk Çağda Atın Evcilleştirilmesi-Ehlileştirilmesinde Türklerin Rolü. H. Kara (Dü.), I.Uluslararası Sosyal Bilimler Araştırmaları Kongresi içinde, (s. 137-149). Saraybosna.
D., N. (2009). Science, Technology and Warfare in Ancient Mesopotamia. Lucent Press.
Demir, M. (2018). Carrhae Savaşı’nın (MÖ 53) Sebepleri ve Sonuçları Üzerine Bazı Yeni Değerlendirmeler. Cedrus Dergisi, 6, s. 233-248.
Durmuş, İ. (2019). Eski Türk Savaş Araç-Gereç ve Taktiği. Selçuklu Medeniyeti Araştırmaları Dergisi, 4(4), s. 49-70.
Esin, O. (2017). “Orta Asya Ön Asya ve Anadolu Ekseninde Eski Türklerin Hayatında Önemli Bir Figür: At. Ulakbilge Dergisi, 5(14), s. 1315-1334.
Guzzo, M. G. (2015). Kartaca. Ankara: Dost Kitabevi.
Gür, Y. (2021). Hitit ve Eski Mısır’da Teknolojik Bir Silah: Savaş Arabaları. 19 Mayıs Sosyal Bilimler Dergisi, 2(3), s. 675-696.
Homeros. (2019). İlyada. (A. Erhat, & A. Kadir, Çev.) İstanbul: Türkiye İş Bankasi Kültür Yayınları.
Kafesoğlu, İ. (1989 ). Türk Milli Kültürü. İstanbul: Boğaziçi Yayınları.
Kafesoğlu, İ. (1991). At. 4, 26-28. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi Yayınları.
Köroğlu. (2004). Köroğlu. (A. İnce, Dü.) İstanbul: Eflatun Yayınları.
Mahmud, K. (2005). Divan-ı Lugati’t-Türk. İstanbul: Kabalcı Yayınları.
Maksud, F., & Muradaliyev, R. (2020). Göktürkler ve Üzenginin Yayılması Üzerine. Genel Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi, 2(4), s. 287-302.
Mızrak, E. Ç. (2020). Savaş-Arabaları’nın İç Asya – Çin Cephesi (M.Ö. XII. – M.Ö. VIII. Yy.). History, 12(5), s. 2395-2412.
Öğel, B. (2022). Türk Kültür Tarihine Giriş I. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Öztürk, M. (2014). Asya Hun Devleti’nde Atın Yeri ve Önemi. Turkish Studies Dergisi, 9(4), s. 943-950.
Öztürk, S. (2023). Hitit Savaş Arabalarını Çeken Atların Kutsanması. OANNES – Uluslararası Eskiçağ Tarihi Araştırmaları Dergisi, 5(1), s. 167-184.
Radloff, W. (1976). Sibiryadan. (A. Temir, Çev.) İstanbul: M. F. Yayınları.
Sarıca, O. (2018). Hitit ve Asur Ordularının Mukayesesi. KSÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 15(1), s. 285-295.
Sümer, F. (1983). Türklerde Atçılık ve Binicilik. İstanbul: TDAV Yayınları.
Turan, O. (2003). Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi. Ankara: Ötüken Yayınları.
Tyldesley, J. (2021). II. Ramses. A. Roberts içinde, Eski Çağ’ın Büyük Komutanları MÖ 1479- MS 453 (K. A. Çetinalp, Çev., s. 33-43). İstanbul: Kronik Yayınları.
Tyldesley, J. (2021). III. Thutmosis. A. Roberts içinde, Eski Çağ’ın Büyük Komutanları MÖ 1479- MS 453 (s. 23-33). İstanbul: Kronik Yayınları.
Comments